Ziyaret Bilgileri
Aktif Ziyaretçi91
Bugün Toplam682
Toplam Ziyaret850193
Takvim
Saat
KÜNYE
MUT'TAN HABER GAZETESİ
Kurucusu: Sıtkı SOYLU
İmtiyaz Sahibi: Ali Yaver SOYLU
Yazı İşleri Müdürü: Halil SÖYLEMEZ
Tel: 0324 774 13 69 
www.muttanhaber.net
e-mail:
aliyaversoylu@hotmail.com
U
ETS : 15016-10186-48762

Özgür YAZICI Neşet Ertaş'ı yazdı.

Şu garip halimden bile işveli nazlı, Göynüm hep seni arıyor, neredesin sen?

Datlı dillim, güler yüzlüm, eyy ceylan gözlüm! Göynüm hep seni arıyor, neredesin sen?

Mahçup bir bozkır çocuğu… Özünü, karakterini, yüreğini, şu hayattaki duruşunu hiç bozmamış, İçimizden biri, hepimizden biri… Karacaoğlan gibi, Yunus Emre gibi, Aşık Veysel gibi… Yoksulluktan, fakirlikten çok çekmiştir. Kadri kıymeti bilinmeyen bir babanın, kadri kıymeti bilinmemiş oğludur o. Kendisine “düğün şarkıcısı” diyenlere; “ben düğüne de giderim. Çünkü insan her yerde” diyebilecek kadar insanı onurluca seven, yeri gelip aşağılanan, yeri gelip hor görülen, sonunda dayanamayıp Türkiye’yi terk eden bir ozandır O. Yetmezmiş gibi Almanya’da trafik kazası yapıp, cezaevine düşen ve Yaşar Kemal’den başka kimsenin sahip çıkmadığı bir sanatçıdır O. Yaşar Kemal’in cezaevine gönderdiği İnce Memet kitabının zarfında; “BOZKIRIN TEZENESİNE” hitabının üzerine hepimizin hafızalarında Bozkırın Tezenesi olarak kaldı. Kendisine verilen “devlet sanatçılığı” ünvanını ve maaşını, “ben devletin değil, halkın sanatçısıyım” diyerek kibarca iade eden, BİR ASİL ADAMDIR O.

Aşık olmak başkadır, ozan olmak başka. Yaradana ve insana aşık olmaksa bambaşka. Kimden bahsettiğimi anlamışsınızdır. Bozkırın DEZENESİ, türkünün babası; Neşet Ertaş. Onca davranış ve duygu kirliliğinin içinde hiç ayrıştırmayan, başkalaştırmayan gerek yaşamı, gerek türküleriyle her zaman, sadece ama sadece BİRLEŞTİREN bir koca yürek. O da gitti, iyi olan, güzel olan herkes gibi.

Ya geride kalan bizler? Ne zaman bir Neşet Ertaş türküsü dinlesek derinlere daldık gittik.  Hep kendimizden bir şeyler bulduk, hep kendimizde bir şeyler aradık. Ya Türkü Babamızı hiç anladık mı? Neydi bu kadar derin duyguları bir araya getirebilen? Neydi türkülerini dinlerken hepimize aynı hisleri yaşatan? Neydi hepimizden biri olabilen? Hiç düşündük mü?

Gurbet ellerinde garip olanlar, Ayrılığın acısını bilenler,

Ta küçükten öksüz, yetim kalanlar, Bayramlar gelse de sevinir m’ola.

Oy dağlar dağlar, garipler ağlar…

Bu dizeleri dinlerken, gurbet elinde olan kaç yareni arayıp gurbeti unutturduk?  Kaç bayram öksüz yetim sevindirdik?  Kaç garibin gözyaşını dindirdik?

Dinle, sana bir sözüm var, Kimseyi hor görme gardaş.

Kim nasıldır Allah bilir, Kötüleyip yerme gardaş…

Ya  bu dizeler? Bu dizeleri tezenenin yanık sesiyle dinlerken kaç gıybetimizden geri döndük? Kaç kez tevazunun anlamını hatırladık? Hangi önyargımızdan pişman olduk? Hangimiz dil yarasının nasıl acıttığını oturup düşündük?

Gel sevelim sevileni, seveni. Sevgisiz suratlar gülmüyor canım.

Nice gördüm dizlerini döveni, Giden ömür geri gelmiyor canım…

Peki bu türkü? Bir tebessümle açılırdı oysa bütün kapılar. İnsan insana bir tebessüm kadar yakındı oysa. Hiç sorduk mu kendimize; kefenin cebi yok, kabrin aynası. Bir güler yüzden, bir tatlı dilden, bir de hoş tebessümden başka ne götürebildik öbür dünyaya…

Temizlenmiş ruhu ak olmuş iken, Allah’ın katında pak olmuş iken,

Ruh, can ile hak olmuş iken, Neden başkasına minnette insan?

Doğarız, çocukluğumuz da en az doğumumuz kadar masum ve temizdir. Sonra ne olur da şu insan evladı kirliliği seçer, tenezzül etmeyi matah bir şey zanneder? Ne olur da sonra üç lokma için şu insan evladı kapılarda bekler? Oysa her şey insanoğlunun kabiliyetleri ve emeğiyle şekil almaz mı? İnsanı insanın karşısında ne ezer? Ne olur da sonra açılmayan kapıları minnet açar?

Dinlememişiz biz üstadı, hiç dinlememişiz. Dinlediğimizi zannedip, bazen bir kadeh rakının mezesi etmişiz. Sevmemişiz, sevilememişiz. Her dizesi bizi, bize yaklaştırmak için, birimizin elinin diğerine uzanması içinmiş. Anlayamamışız.

Heyy aşk! Sen nelere kadirsin deriz oysa. Biz aşkı da becerememişiz. Herşeyi olduğu gibi o kutsal duyguyu da yüzümüze, gözümüze bulaştırmışız. Kırmışız, dökmüşüz, incitmişiz.. Yetmezmiş gibi hiçbirini de umursamamışız. Oysa en büyük kul hakkı değil miydi, kırdığımız gönüller?

Ağarsa saçların, belin bükülse, Birer birer hep dişlerin dökülse,

Vücudun kurusa, kanın çekilse, Yine şu gönlümün yarisin benim…

Kaçımız böyle bir aşkı yaşayabildik? Kaçımız iliklerimize kadar sevdik? Hangimiz ağarmış saçını, bükülmüş belini, dökülmüş dişini hayal edip, o hayali bile sevmeye devam edebildik? Koşulsuzca, hiçbir beklentisi olmadan, sadece sevmek… Beyler! Hanımlar! O KABURGAMIZIN İÇİNDE TAŞIDIĞIMIZIN HAKKINI HANGİMİZ VEREBİLDİK??

Doğarız, büyürüz, yaşarız ve ölürüz. Babam hep söyler; şu hayat dediğimiz şey, PENCEREDEN BAKIP GERİ ÇEKİLMEKMİŞ der. Sonra ekler, Önemli olan neye baktığınız değil, o pencereden ne gördüğünüzdür... İşte geldik, gidiyoruz gibi bir şey yani.  Hangimiz bu yalan dünyaya kazık çakabildik? Hangimiz bir nefes yaratmak gibi bir kudrete sahip olduk? Hangimiz kadir-kıymet bildik? Kaç tanemizin ömürlük dostları var? Bırakın dostları, mübarek bayramlarda anamızın, atamızın elini öpmeyi, hatırını gönlünü almayı ekonomik tatillere değişir olduk. Maneviyat bitti, dostluk bitti, kardeşlik bitti, aile dediğimiz o mefhumu bile tükettik. Peki geriye ne kaldı? Ruhsuz, duygusuz bir kuru gövde… Gülmeyen suratlar, samimiyetten uzak sohbetler, arkamızı dönemediğimiz sözde dostluklar... Neşet Ertaş’ı anlamak bu işte. Neşet Ertaş’ı anlamak; o kuru gövdeye biraz ruh, biraz duygu, biraz maneviyat, biraz da İNSANLIK katabilmekti. Anlamadık, anlayamadık…

Gurbete gideni de gelmez diyorlar, Akar gözyaşları dinmez diyorlar,

Öksüzler murada ermez diyorlar, Gitti yarim gurbet elden gelmedi…

Türkü babanın naaşı kaldırılırken, bu türküyü dinledim. Bu yaşıma kadar anlayamadığım Neşet Ertaş’ı o anda anladım. Gidip de dönememek, dönüp de görememek varmış. Sevmek lazımmış,  herkesi ve her şeyi. Bir lokman varsa, paylaşınca tatlanırmış.  Kaç dostu arayıp sormadığını hatırlamakmış, utanç duygusu. Habersizce annenin babanın kapısından girip; “ben geldim, kınalı yapıncağınız sizi çok özledi” demekmiş “evlat” olmak. Ağlayan yüzü güldürmek, kırık gönlü onarmakmış İNSAN OLMAK. Geri kalanı bir kuru masalmış…

Bu kara parçasında, yaşarken kıymetini bildiğimiz birini göremedim henüz. Gerçi öldükten sonra da, en fazla üç-beş gün bilinir ölenin kıymeti. Evet belki türküleri nesillerce dinlenecek ama, bir gerçek var ki; BU KARA PARÇASINA BİR NEŞET ERTAŞ DAHA GELMEYECEK. Bozkırın Tezenesini yaşarken anlamadık, bari öldükten sonra anlayalım. Bir olalım, birlik olalım, kırmadan, incitmeden yaşayalım. İNANIN DÜNYA HEPİMİZE YETER…

Ne yemek, ne içmek, ne tadım kaldı. Garip bülbül gibi feryadım kaldı.

Alamadım eyyvahh, muradım kaldı, ben gidip ellere kalan dünyada.

Ah yalan dünyada, yalandan yüzüme gülen dünyada….

RUHUN ŞAD, MEKANIN CENNET OLSUN BOZKIRIN TEZENESİ... TÜRKÜNÜN BABASI…

Özgür YAZICI



1287 kez okundu

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın