HAKAN ACER
hakanayfer33@gmail.com
ANNE GEL YANIMA OTUR
26/08/2020 78 kuşağının en hüzünlü şairiydi o ve hep öyle kalacak… 1958 yılının soğuk bir kış günü Ankara'da dünyaya geldi. Kendisinden yirmi yıl sonra hayata merhaba diyecek olan çocuğun, kırklı yaşlarında en iyi arkadaşı olacağını sanırım bilmiyordu. İyi ki doğmuştu o ve iyi ki şairdi… Sorsalar çocuğa “bir mucize oldu o gün” derdi. Oysa şair, doğumu hakkında kendi dizeleriyle; “Bir kilo beş yüz gram gelmiş tartıda, doğduğu zaman Dört ablanın ardından horoz çükü kadar bir oğlan…” diye bahsedecekti… Mersinliydi şair. Çocuk da öyle… Bir ailenin tek erkek oğluydu şair… Çocuk da öyle… Babacıydı, anneciydi şair… Çocuk da öyle… Oğlunun adını “Deniz” koymuştu şair, çocuk da öyle… Oğluna sıkı sıkı tembih etmişti “Deniz, Unutma Adını!”, Çocuk da öyle… Babasının işi nedeniyle Ankara'dan taşınmışlar Çukurova'ya yerleşmişlerdi. Çocukluğu ve gençliği Çukurova'da geçti. Bir dönem Adana Demirspor'da profesyonel olarak top koştursa da kaval kemiğinin kırılması ile en büyük tutkusu futbola veda etmek zorunda kaldı. Sakatlığının ardından yeni tutkusuna yöneldi. Bu tutku “şiirdi.” Evle sokak arasında, ölümün eşiğinde bir şairdi… Hayata sanki bir sitemi vardı. Bir şiirinde; “Sekiz Şubat Bin Dokuz Yüz Elli Sekiz. Doğum nedeni: Bilinmiyor. Ülkesi: Akdeniz Anne niye doğurdun beni? Kentlerin kalınbağırsağında bir yürek daha öğütülsün, Birahanelerde bir masa daha dolsun, Koroda yeni bir ses, aynada yeni bir yüz… Taşı bile kafana vursan izi kalıyor, Ben dünyaya kendimi attığımda kendime döndüm yine Hiç bir iz ve belirti yok” diyordu. “Alacakaranlıktaki Ülke” adlı şiir kitabı 1981 yılında çıktığında 23 yaşındaydı. Bu kitabıyla edebiyat dünyasında “Behçet Necatigil Şiir Ödülü'ne” lâyık görülse de, Ankara Esat'ta yalnız yaşayan, kendi halinde bir öğretmen olan şairi gecenin üçünde evinden aldılar ve İkinci Şube'ye götürdüler. Emniyet amiri, “Ne iş yaparsın?” diye sorunca; “Büyük Kolej'de öğretmenim.” dedi. Amir şaşırmıştı: “Benim kızım da orada okuyor, niye aldınız hocamı!” diyerek çıkışmıştı. Sebep; yasadışı bir örgüt üyesinin cebinden çıkan “Alacakaranlıktaki Ülke” kitabıydı. Bu eser karamsarlığın, umutsuzluğun, ıssızlığın başucu kitabı olmuştu. 1976 yılının Haziran ayında babasını kaybetti. Babası ölene dek alkolden nefret eden şair, babasının ölümünün ardından alkole bağlandı ve adeta her şey altüst oldu. 80 öncesi ve sonrasında yaşanan dramı bu dönemi yaşayan ve kendi üslubuyla belki de en iyi anlatan şairlerdendi. Ancak darbe yıllarında gece yarılarında kurşunlanan evinde geçirdiği korku dolu günler, ölümü daha çok sorgulamasına neden oluyor ve bu psikoz onun alkole daha bağımlı hale gelmesinde rolünü çok iyi oynuyordu… Bu durum adeta şairin “Bugünde Ölmedim Anne” şiirinde karşılığını buluyordu. Turgay Fişekçi'nin bir anısında; “Yirmi yaşında bir genç ozan, ölüm temalı şiirler yazıyordu. Ankara'ya gidip Erhan'ın Etlik'te ailesiyle oturduğu o zemin kat daireyi gördüğümde anlayacaktım, yirmi yaşında bir gence ölümü düşündüreni de, yıldızlar oynaşırken perdeleri örtmek zorunluluğunun nedenini de. Etlik sağcıların egemenliğinde bir bölgeydi ve hemen her gün yapanı belli olmayan cinayetler işleniyordu. Çok kolay bir hedefti Erhan. Sokaktan geçen birinin rahatlıkla kurşunlarla doldurabileceği bir odada yaşıyordu. Böyle bir odada on sekiz, yirmi yaşını geçiren, her gece silah sesleri arasında uyuyan, hemen her gün bir arkadaşı öldürülen bir genç durmadan ölümü düşünmeyip de ne yapabilirdi?” 1993 yılında Sivas'ta Madımak Oteli'nde Radikal İslamcılar tarafından yakılan şair arkadaşlarının acısı gün be gün artarken, bir söyleşisinde “Babamın öldüğü yaş olan 51'i geçmeye çalışıyorum.” demişti. Öyle babacıydı ki babasının “Ahmet” olan adını kendi adı olan “Erhan'ın” başına koydu ve edebiyat dünyası onu “Ahmet Erhan” olarak tanıdı… Yaşamla Ölüm Arasında Bir Oğuldu, Ahmet Erhan. “Seninle konuşurduk baba Böyle gecelerde, iki bilge gibi Karşılıklı bakışarak Bazı şeyleri kavrayamasam da, dinlerdim… Belki sen de yeni bir şeyler bulurdun geçmişte O dupduru yüreğini, Yılların unutulmuş sularına bırakarak. İşte, bir minder daha koydum yanıma Henüz sıcak Sanki yeni kalkmışsın üstünden… Terliklerin şuracıkta, getireyim, Çayı da ocağa koyarım istersen…” Bir o kadar da anneciydi… Annesine olan sevgisini anlattığı şiiri adeta hafızalara kazındı; “Bırak kalsın masada ekmek, testide su Ayna puslu, pencere camı kirli Bırak kalsın saçların dağınık, Gözlerin uykulu. Saksıdaki çiçek susuz, kedi yalını bekler bir köşede Bırak kalsın meyve ağaçta, kırlangıç havada Dama düşen ince yaz yağmuru… Yoruldun artık, bütün gün Didinip durdun Toprak bile, gök bile, deniz bile bir yerde yorulur Bırak kalsın süpürge duvarda, sabun kovada… Anne, gel yanıma otur... Sen annenin tek armağanıydın çocuk… “Anne, Bu Şiiri Senin İçin Yazdım” dediğin şiirinde bahsetmiştin bundan… “Bir tan ağartısında Doğmuşum ben Başucumda gökyüzü Ve koca bir evren Ağlarmışsın, o buruşuk Ellerimi öptükçe Dermişsin ki, bu çocuk Benim tek armağanım...” Oysa o çocuk hayatta çok sıkıntılar çekmişti… Şair, 2008 yılında kendi hayatını anlattığı “Sahibinden Satılık” adlı şiirle “Melih Cevdet ANDAY” şiir ödülünü aldı. “Sahibinden satılık Hasarlı bir hayat 1958 model Kaçıncı el olduğu bilinmiyor Bana geldiğinde bundan beterdi Yedirdim, içirdim, giydirdim Alkolle çalışır – ötv hariç Sırtında şişe taşımaktan beli büküldü Ha, bir de egzoz niyetine cigara içer Kanserli, bir de ülser Tekerlekleri laçka, benden söylemesi Memleketin bütün yollarında bunun yazısı var… Hastaydı, gırtlak kanseriydi. Yatağa bağımlıydı ve yanında sevgili eşi Hacer kalıyordu. Bazı durumlarda sanırım sona yaklaştığını anlıyor insan… Anlamış olacak ki şu mısralar döküldü dudağından… “Ben kendimi dağ sanırdım Hacer Enginimde Konya Ovası, Çukurova, Harran Eskiden benim de bir yurdum vardı Yağmura direnen limon çiçeklerine benzer Ben kendimi sarhoşken tanırdım İnce belli bardaklarda anason kokusu Kuşların bile kıskandığı piknikler Karıncaezmez gençliğim yaşlılığı abarttı Kalp kırıklığı, güz esintisi, kanser Gün gün damlayan zaman – o da su Ama şöyle bir gürül gürül akmadı Ben kendimi ırmak sanırdım Hacer… Sevgili eşi Hacer'e böyle seslenmişti. Son kez… “Babamın öldüğü yaş olan 51'i geçmeye çalışıyorum diyen şair bunu başardı, babasını geçti ve 55 yaşında vefat etti… Ahmet Erhan, 4 Ağustos 2013'te, çok sevdiği babasına ve annesine kavuştu… 5 Ağustosta Ankara Karşıyaka Mezarlığına defnedildi… Şair Ahmet Arif'in oğlu heykeltıraş Filinta Önal, Ankara, Karşıyaka Mezarlığı'nda yatan şair için bir anıt mezar yonttu. Önal, şaire özel tasarımı için; “Yolculuğunu tamamlamış, yelkenleri toplanmış, öbür aleme varıp, kumlara hafifçe yaslanarak yolcusunu indirmiş bir sandal; içinde yeşillikler ve çiçekler var, adı da Akdeniz…” dedi. Filinta Önal'ın deyimiyle, “Yelkenlerini toplayıp karşı kıyıya ulaşmıştı şair…” “Anne, niye doğurdun beni? diyordu şair dizelerinde oysa ben dahil bir çok kişinin hayatına dokunman gerektiği için doğurmuştu annen seni… Biraz daha hayatın ağrısına dayanabilmemiz için… Şiirlerini okuyup güç alabilmemiz için… Anlık da olsa mutlu olabilmemiz için… Hiç bir iz ya da belirti yok desen de hayatlarımızda iz bıraktığın için sana minnettarız üstad… Tarih sana ve senin gibi duygusal insanlara zulmeden insanları iyi yazmıyor… Çünkü duygusuzlar, çünkü onların şiirleri, kelimeleri, anlamları yok… Tarih seni anlatıyor oysa… Korkularını, özlemlerini, mutluluklarını ve yazdığın şiirler bize seni hatırlatıyor… 78 kuşağının en hüzünlü şairi Ahmet ERHAN 'a tek bir sözümüz olabilir. “İyi ki doğdun çocuk…” “Anne ben geldim, üstüm başım Uzak yolların tozlarıyla perişan Çoktan paralandı ördüğün kazak Üzerinde yeşil nakışlar olan Anne ben geldim, yoruldum artık Her yolağzında kendime rastlamaktan Hep acılı, sarhoş ve sarsak Şiirler çırpıştıran bir adam Kurumuş kuyunun suyu, incirin Sütü çoktan çekilmiş Bir zamanlar dünya sandığım bahçeyi Ayrık otları, dikenler bürümüş Kapıdaki çıngırak kararmış nemden At nalı ve sarmısak duruyor ama Oğlum, mektup yaz diyen Sesin hala kulaklarımda Anne ben geldim, ağdaki balık Bardaktaki su kadar umarsızım Dizlerin duruyor mu başımı koyacak? Anne ben geldim, oğlun, hayırsızın… Ahmet ERHAN… Yıllar önce yazdığım bir şiirimde sordum; “Mutluluk Neydi? Yenir miydi, içilir miydi? Çok mu uzaktı, yoksa bize mi yasak? Kaç damla gözyaşına gidilirdi? Şu adresi bir tarif edebilir misiniz ey mutlu olan ahali? Nerden dönecektik? Unuttum…” Hakan ACER Sonra bir gün Ahmet ERHAN'la tanıştım kitaplarında ve şu satırları okudum… “Yaşamdan başka ölüm yoktur Mutluluk çocuklara mahsustur…” Ruhun şad olsun koca yürekli insan… Saygılarımla…Hakan ACER - 04/08/2020 Kaynakça: http://teis.yesevi.edu.tr/madde-detay/erhan-ahmet Evle Sokak Arasında Ölümün Eşiğinde Bir Şair:Ahmet Erhan DR. KAYHAN ŞAHAN - CANSU ERÇIKTI https://listelist.com/ahmet-erhan-kimdir/ Burada Gömülüdür 2. Cilt – Ahmet ERHAN, Kırmızı Kedi Yayınevi Deniz Unutma Adını – Ahmet ERHAN, Bilgi Yayınevi Sahibinden Satılık – Ahmet ERHAN, Everest Yayınları Anne, Bu Şiiri Senin İçin Yazdım – Ahmet ERHAN, Bilgi Yayınevi |
Yorumlar |
Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın |
Yazarın diğer yazıları |
NAKIŞ - 31/08/2022 |
NAKIŞ |
FARELİ DÜKKAN - 03/03/2021 |
FARELİ DÜKKAN |
GONDOL OTELİ - 02/02/2021 |
GONDOL OTELİ |
SONBAHAR GELSE - 16/09/2020 |
SONBAHAR GELSE |
“ENRON VAKASI ve SARBANES-OXLEY YASASI” - 06/03/2019 |
“ENRON VAKASI ve SARBANES-OXLEY YASASI” |
HOW TO READ A PAPER? - 27/02/2019 |
HOW TO READ A PAPER? |
POMODORO TEKNİĞİ - 20/02/2019 |
POMODORO TEKNİĞİ |
YALAKA MEHMET - 13/02/2019 |
YALAKA MEHMET |
PİNOKYO - 30/01/2019 |
PİNOKYO |
Devamı |