HAKAN ACER
hakanayfer33@gmail.com
TÜRK VERGİ SİSTEMİNDE VERGİLERİN TASNİFİ, VERGİDE ADALET İLKESİ ÜZERİNE ARAŞTIRMA: VARLIK VE AŞAR VE
21/11/2018 (Geçen Haftanın Devamı)
VERGİDE ADALET İLKESİ “Adalet olmadıkça, yönetimin; Edep olmadıkça, asaletin; Cömertlik olmadıkça, zenginliğin; Güven olmadıkça, sevincin; Kanaat olmadıkça, fakirliğin; Alçak gönüllülük olmadıkça, yükselmenin faydası olmaz…” Hz. Ömer Adaleti ile bilinen Hz. Ömer, 1 Kasım 644 yılında alınan vergilerin azalmasını isteyen, ancak talebi kabul edilmeyen İranlı Mecusi bir köle olan Ebü Lü'lü Firuz tarafından sabah namazında hançerle saldırıya uğrayarak ağır yara almıştır. Bu yaraya bazı kaynaklarda üç gün bazı kaynaklarda bir gün dayanabilen Hz. Ömer vefat etmiştir. Müminlerin annesi Hz. Aişe'nin izni ile Peygamber efendimiz Hz. Muhammed'in ve ilk halife Hz. Ebu Bekir'in yanına defnedilmiştir. Adaleti ile ün yapan “Bana ayıplarımı, kusurlarımı söyleyen kimse Allah'ın merhametine kavuşsun” diyen İslam Halifesi Hz. Ömer'i alınan vergi konusunda adil davranmadığını iddia ederek şehit eden Ebü Lü'lü'nün İranlı bir casus olduğunu iddia eden kaynaklar da bulunmaktadır. Said Alizade Hanefi ise devlet başkanının görevlerini sıralarken şunları söyler: "Ülkede hiçbir dilenci, borçlu, fakir, bakımsız ve sahipsiz kimse bırakmayacak tedbirleri almak devletin asıl görevidir. Devlet ve hükümet başkanları her konuda adalet etmeli, zalimlerin zayıfları, zenginlerin fakirleri ezmesine ve sömürmesine asla fırsat vermemelidir." Bu da ancak, İslam'ın öngördüğü dengeli bir düzen ve adil bir vergi sistemiyle mümkündür. (Bkz. Prof. Dr. Necmettin ERBAKAN, Adil Düzende Vergi adlı makalesi) Devlet'in hakimiyet yetkisine dayanarak, cebren ve karşılıksız olarak bireylerden tahsil ettiği vergilerde “adaleti” gözetmesi gerekir. Vergide adalet ilkesi, eşit durumdaki bireylerin eşit muameleye tabi tutulmalarına ve verginin ödeme gücü ile orantılı olmasına, gelir ve servetin belli bir düzen içinde yeniden dağılımının gerçekleştirilmesine bağlıdır. Vergide adalet denildiğinde karşımıza “yatay adalet” ve “dikey adalet” kavramları çıkmaktadır. Yatay adalet, aynı ödeme gücüne sahip kişilerin aynı vergi yükümlülüğüne tabi olmalarını gerektirmektedir. Dikey adalet ise, daha fazla ödeme gücüne sahip kişilerin, daha az ödeme gücüne sahip olanlardan daha çok vergi ödemeleri gerektiği şeklinde ifade edilmektedir. Ülkemizde vergi adaleti kavramını daha iyi algılayabilmek adına vergi hukuku konusunda Osmanlı Devleti'ndeki gelişmelerin bilinmesinde fayda vardır. Hepimizin bildiği gibi Osmanlı Devleti, İslâm Dininin ilkelerine dayanan teokratik bir devletti. (Teokrasi, dine dayalı yönetim şekli, dini otorite organlarının siyasi otorite organları yerine devlet idaresini elde tuttuğu devlet biçimi, tanrısal yönetim.) İslâm Dininin vergilendirmeye ilişkin bazı kuralları vardı. Bu kurallar uyarınca alınan vergilere “şer'i vergiler” (zekât, öşür (aşar), haraç, cizye) adı veriliyordu. Öte yandan mutlak egemenliğin sahibi olan padişahın da sınırsız vergilendirme gücü bulunuyordu. Şeriat dışında padişah tarafından konulan vergilere de “örfi vergiler” adı verilmişti. Bu vergiler konulurken örf ve gelenekler göz önüne alınarak bölgesel farklılaştırmalar yapılıyordu. Osmanlı devleti merkeziyetçi bir vergi idaresi kuramamış ve batılı anlamda, gelirleri düzenli ödenen vergilere dayanan bir "vergi devleti" olamamıştı. Bunun başlıca nedeni Osmanlı Vergi Sisteminin, toprak düzeni ve askeri düzenle iç içe geçmesiydi. “Tımar (Dirlik) Sistemi” çerçevesinde vergi gelirlerinin önemli bir bölümü belli kamu görevlilerine (vali, sipahi, kadı, subaşı vb.) ayrılmıştı. Bazı bölgelerin vergilerini tarh, tahakkuk ve tahsil yetkisi, hizmetlerine karşılık olarak bu görevlilere devredilmişti. Tımar (Dirlik) sistemi dışında kalan vergiler ise “iltizam yöntemi” ile tahsil ediliyordu. Bu yöntemde belli bölgelerin vergilerini toplama hakkı arttırma yolu ile “mültezimlere” devrediliyordu. İltizam, Osmanlı Devleti'nde vergilerin bir bölümünün belli bir bedel karşılığında devlet tarafından kişilere devredilerek bu kişilerden peşin olarak alınmasıdır. Başka bir ifadeyle iltizam, devlete ait bir gelirin ihale yoluyla şahıslara verilmesidir. İltizam alan bu kişilere “mültezim” denilirdi. Bu mültezimler günümüzde kavramsal açıdan “müteahhitlere” denk gelebilir. Mültezimler açık arttırma usulü ile o bölgenin vergi toplama hakkını satın alırdı. Mültezim ihaleyi kazandığında devlete ödemesini yapardı. Daha sonra bölgesine gider ve yıl içinde halktan vergiyi toplardı. Bu kişi ve kişilerin peşinen devlete ödediği miktar ile vatandaştan topladığı verginin farkı mültezimlerin karını oluşturmaktaydı. İltizam yönteminin kapsamı on yedinci yüzyıldan sonra genişledi; mültezimler daha fazla vergi tahsil edebilmek için “halka baskı yaptılar.” Şahsi kanaatim devletin kamu harcamalarını ilgilendiren önemli gelir kaynaklarının tahsil yetkisi ve yerine getirmesi gereken önemli tam kamusal hizmetleri (eğitim, sağlık, milli savunma gibi) özel sektöre devretmesi son derece yanlıştır. On sekizinci yüzyılın ikinci yarısından itibaren vergi tahsilini gerek devlet, gerekse yükümlüler açısından güvence altına alabilmek için, halk tarafından seçilen ve "ayân" adı verilen kişiler vergi tahsiline aracılık yapmaya başladılar. Ayanlar önceleri halkı mültezimlere karşı koruyorlardı; ancak daha sonra mültezimlerle uzlaştılar ve kendileri de iltizam almaya başladılar. İmparatorluk zayıfladığı ölçüde ayanların bölgesel etkinlikleri arttı ve güçlendiler. Öyle ki ayanlar içerisinde sadrazamlığa kadar yükselmiş (Sadrazam Alemdar Mustafa Paşa gibi) tarihe adını yazdırmış önemli şahsiyetlerde bulunmaktadır. 1808 tarihinde ortaya çıkan yeniçeri ayaklanmasında yenilikçi bir ayan olan Sadrazam Alemdar Mustafa Paşa maalesef öldürülmüştür. 1804 yılında Sened-i İttifak (Bkz. II. Mahmut Dönemi Islahatları) olarak adlandırılan belge ile padişahın vergilendirme gücü ayanlar yararına sınırlandırıldı. Padişah vergi koyarken ayanlarla görüşecek ve bu görüşmeler sonucu ortaya çıkan karara uyulacaktı. Padişahın yetkilerindeki bu sınırlandırma bir halk hareketi sonucunda gerçekleşmemiştir. Sened-i İttifak, Osmanlı İmparatorluğunun merkezi otoritesinin zayıfladığını gösteren bir belgedir; ancak hükümlerine hiçbir zaman uyulmamıştır. Sened-i İttifak gerek vergilendirme gücünün sınırlandırılış biçimi, gerek etkileri yönünden “Magna Carta” ile benzerlik göstermektedir. Magna Carta Libertatum, 1215 yılında imzalanmış bir ingiliz belgesidir. Bu belge ile kral ilk kez yetkilerini kısıtlamış ve derebeylere bazı haklar tanınmıştır. Bu durum yönetim şekillerinin demokrasi ile doğrudan bağlantılı olmadıklarının da kanıtıdır. Teokrasi ile yönetilen Osmanlı Devleti'nde, krallık ile yönetilen İngiltere'de Cumhuriyet ile yönetilen ülkemizde de demokrasi adımlarının atıldığı gözlenmektedir. Örneğin İran cumhuriyettir, ama laik ve demokratik değildir. 1982 Anayasasının birinci maddesinde devletin şekli, “Türkiye Devleti bir Cumhuriyettir.” şeklinde tanımlanmıştır. Devletin temel amaç ve görevleri başlıklı beşinci maddesinde ise “Türk Milletinin bağımsızlığını ve bütünlüğünü, ülkenin bölünmezliğini, Cumhuriyeti ve demokrasiyi korumak, kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak; kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddî ve manevî varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır.” denilmiştir. Ancak ülkemizde demokratik gelişim batılı ülkelere göre oldukça geç başlamıştır. Osmanlı Devleti'nde bu konuda bazı izlere Tanzimat Döneminde rastlanır. 1839 yılında ilân edilen Gülhane Hatt-ı Hümayunu ile Padişah, tek taraflı iradesi ile vergilendirme gücünü sınırlandırmıştır. Gülhane Hatt-ı Hümayununda vergilerin mükellefler arasında düzgün ve gelirlere göre dağıtılması ve devlet görevlilerinin halktan resmi vergiler dışında aldıkları vergilerin yasaklanması gibi vergi adaleti ile ilgili hükümler yer almıştır. Ayrıca uygulamayı denetlemek üzere kendi atayacağı ve görevlerine son verebileceği kişilerden oluşan “Meclis-i Ahkâmı Adliye” adlı demokratik nitelik taşımayan bir meclis kurmuştur. Daha sonra padişah 1856 ve 1875 yıllarında ilân edilen İslahat ve Adalet Fermanları ile vergilendirme konusunda yabancı ülkelerin baskısı ile belli ilke ve kurallara uymayı üstlenmiştir. Osmanlı İmparatorluğunda ilk parlamento (Meclis-i Umumi) görünüşte de olsa 1876 da Kanun-u Esasi ile kurulmuştu. (Bkz. II Abdülhamit Dönemi) Kanun-u Esasi “yasaya dayanmadıkça” vergi ve diğer malî yükümlülükler konulmasını yasaklıyordu. Meclis-i Umumi bir danışma meclisi niteliğinde olup görev yaptığı süre içinde (1876-1878) vergilendirme yetkisini padişahla paylaşmıştı. 93 Harbi sonrası II. Abdülhamid tarafından fesh edilen Kanun-u Esasi ile getirilen demokratikleşme hareketi maalesef otuz yıl daha beklemek zorunda kalacaktı. Osmanlı Devleti Birinci Dünya Savaşından yenik çıktıktan sonra 1920 yılında Sevr Anlaşmasını imzaladı. Bu anlaşma, Düyunu Umumiye İdaresinin yetki alanı dışında kalan kamu gelirlerini İngiliz, Fransız ve İtalyan temsilcilerinden oluşan bir malî komisyonun yönetimine bırakıyordu. Böylece Osmanlı İmparatorluğu malî egemenliğini tümüyle yitirmiş oluyordu. 1919'da Ulusal Kurtuluş Savaşını başlatmış olan Ulu Önder Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK, Osmanlı borçlarını kabul etmekle birlikte “Muharrem Kararnamesini” ve “Sevr Anlaşmasını” reddetti. 1921 yılında hazırlanan ve laik bir anayasa olmayan “Teşkilati Esasiye”, bütün yetkileri Büyük Millet Meclisi'nde topluyordu; ancak vergilendirme ile ilgili bir hükme yer vermemişti. Aynı yıl Başkomutanlık Kanunu çıkartılarak Büyük Millet Meclisi bütün yetkilerini üç ay süre ile başkomutan seçilen Ulu Önder Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK'e devretti. Bu kanuna göre başkomutanın yasa gücünde emir verme yetkisi vardı. Ulu Önder Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK, bu yetkisini kullandı ve on maddelik "Tekâlifi Milliye" (ulusal yükümlülükler) emri yayınlayarak malî yükümlülükler koydu. Türkiye Kurtuluş Savaşından galip çıktıktan sonra 1923 yılında imzalanan Lozan Anlaşması ile malî bağımsızlığını yeniden kazandı. 1924 Anayasası vergiyi, devletin genel harcamalarına halkın katılması olarak tanımlıyor ve vergilerin ancak yasa ile tarh ve tahsil edilebileceğini belirtiyordu. Bununla beraber 1924 Anayasasında vergi yasalarının Anayasaya uygunluklarının yargısal denetimi gerçekleştirilemiyordu. Türkiye'de gerçek anlamda vergi hukuku Cumhuriyetle doğmuştur. Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan sonra Osmanlı Vergi Sistemi tasfiye edilerek çağdaş batı Avrupa ülkelerinin vergi yasaları model alındı. 1982 Anayasasında “Herkes, kamu giderlerini karşılamak üzere, mali gücüne göre vergi ödemekle yükümlüdür. Vergi yükünün adaletli ve dengeli dağılımı, maliye politikasının sosyal amacıdır. Vergi, resim, harç ve benzeri mali yükümlülükler kanunla konulur, değiştirilir veya kaldırılır. (Madde 73)” denilerek vergide adalet kavramı vurgulanmıştır. Böyle bir vurgu yapılmış olsa da günümüzde vergi sistemimiz incelendiğinde özellikle harcamalar üzerinden alınan vergilerin adil olmadığı söylenebilir. Harcamalar üzerinden alınan vergiler, dolaylı vergiler, çoğunlukla farkında olmadan verdiğimiz, bazen pazarlıkla kaçınmaya çalıştığımız vergi türleridir. Ülkemizde bunların iki ana kalemi vardır: “KDV” ve “Özel Tüketim Vergileri” Bunlara çeşitli benzer nitelikli vergileri, harçları da ekleyebilirsiniz. Dolaylı vergileri nihai tüketiciler beyanname vererek ödemezler; alışveriş sırasında öderler. Dolaylı vergiler bu nedenle, vergi ödeyenin ödeme gücüne karşı kayıtsızdır. Hangi gelir düzeyinde, hangi sosyal konumda olursanız olun, aynı mal veya hizmet üzerindeki vergileri aynı miktar veya oranda ödersiniz. Bu nedenle de dolaylı vergiler gayri adil vergi grubunda sayılır. Bu vergileri daha adil kılmak için yapacağınız oran farklılaştırmaları fazla çözüm getirmez. Örneğin, KDV'de düşük gelirli kesimlerin tükettiği mal ve hizmet gruplarını daha düşük vergileyebilirsiniz, ama bunun bir sınırı vardır; yüksek gelir gruplarının tükettiklerini daha yüksek vergilemenin de sınırları vardır. Dolaylı vergileri, ödeme gücüne göre artan oranlı bir yapıya da sokamazsınız. (Bkz. Bülent KARPAT, Dolaylı vergiler niçin adaletsiz? adlı makalesi, 2004 Birgün Gazetesi) Saygılarımla, Kaynakça * Cumhuriyet Döneminde Vergi Sistemimizin Gelişmesi, Prof. Dr. İsmail TÜRK * Savaş Ekonomisi ve Varlık Vergisi Üzerine Bir Değerlendirme, Yrd. Doç.Dr. Sabit DOKUYAN, Eskişehir Osmangaz Üniversites, Sosyal Bilimler Dergisi, Aralık 2014/15(2),23-55 * Açıkders.Ankara.Edu.tr-Vergi Sistemindeki Vergilerin Ekonomik Tasnifi pdf * Politeia(Devlet), Platon, Kaynak Yayınları * Ankara Üniversitesi SBF Yayınları-Vergi HUKUKU Prof.Dr. Mualla ÖNCEL-Doç.Dr.Nami ÇAĞAN-Doç.Dr.Ahmet KUMRULU * Osmanlı Vergi sisteminde Öşür- Baykal Başdemir Çağ Üniversitesi Yüksek Lisans Tezi 2015 Eylül - MERSİN * Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim Dergisi 2001-22 * Ataturkilkeveinkilaplari.com/ataturkun-hayati/asar-vergisinin-kaldirilmasi * Radikal.com.tr/yazarlar/ayse-hur/1942-varlik-vergisi-kanunu * muhasebedersleri.com/butce-vergi/vergi * Bülent KARPAT, Dolaylı vergiler niçin adaletsiz? adlı makalesi, 2004 Birgün Gazetesi * Prof. Dr. Necmettin ERBAKAN, Adil Düzende Vergi adlı makalesi * 213 Sayılı VUK
(Devam Edecek) |
Yorumlar |
Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın |
Yazarın diğer yazıları |
NAKIŞ - 31/08/2022 |
NAKIŞ |
FARELİ DÜKKAN - 03/03/2021 |
FARELİ DÜKKAN |
GONDOL OTELİ - 02/02/2021 |
GONDOL OTELİ |
SONBAHAR GELSE - 16/09/2020 |
SONBAHAR GELSE |
ANNE GEL YANIMA OTUR - 26/08/2020 |
ANNE GEL YANIMA OTUR |
“ENRON VAKASI ve SARBANES-OXLEY YASASI” - 06/03/2019 |
“ENRON VAKASI ve SARBANES-OXLEY YASASI” |
HOW TO READ A PAPER? - 27/02/2019 |
HOW TO READ A PAPER? |
POMODORO TEKNİĞİ - 20/02/2019 |
POMODORO TEKNİĞİ |
YALAKA MEHMET - 13/02/2019 |
YALAKA MEHMET |
Devamı |