Merhaba;

Bazı sorular sorarak bir çıkarım yapmaya çalışacağım bugün.

ABD'nin bizim iyiliğimizi istediğine inanıyor musunuz?

İngiltere'nin bizim için iyi şeyler istediğine inanıyor musunuz?

Fransa'nın tek derdinin bizim ülkemizdeki insan hakları olduğuna,

Almanya'nın bizim kalkınmamızı istediğine,

İtalya'nın toprak bütünlüğümüze saygı duyduğuna,

Avusturya'nın enflasyonumuzu kendine dert ettiğine,

Hollanda'nın laikliğimiz zarar görmesin diye bizi desteklediğine,

Belçika'nın eğitimimizi önemsediğine,

Kısacası Avrupa kıtasında yer alan her hangi bir devletin bizim lehimize bir refleksi olduğuna inanıyor musunuz?

Hemen belirtmeliyim ki bu mevzuları devletler üzerinden irdeliyoruz. Halkların bu türden aksiyonlara tepkisi çoğunlukla olumludur. Halkları değil devletleri konuşmaya çalışıyoruz.

Yukardaki sorulara aklı başında olan ve kimliğine sahip çıkabilen her vatansever vatandaşımız HAYIR cevabı verecektir. Evet cevabı veren/verecek olan varsa, O'na ne dendiğini yazımızın sonunda belirteceğiz.

72 yıllık kısa bir demokrasi tarihimiz var. Sık sık kesintiye uğrayan bu demokrasi yolculuğunda, vesayet dediğimiz illegal yapının maşası hep TSK olmuştur. TSK görev tanımına dair hiçbir görevini yerine getiremeyen, hantal, demode, Mete Han zamanında oluşturulmuş yapılanma ile devam eden, işi gücü siyasete müdahale etmek olan, tabiri caizse değil, tam tabiri ile yiyip içip tuvalete giden bir zararlıya dönüşmüştü TSK Komuta kademesi, bu ülkenin başına 40 yıldır musallat olan terörü çözmeyi değil, bundan kazanç sağlamayı düşünen aşağılıklarla doluydu. Zamanla bu yapı düzeldi. Askerlik profesyonel bir meslek haline geldi. Eğitim, silah, teçhizat, strateji ve hepsinden önemlisi görev tanımı yeniden yapılandı. Terörle bu kadar etkili mücadele yapılmasının nedeni TSK'nın asli görevine daha çok mesai ile dönmesinin sonucudur.

Vesayetin asker ayağı, olması gerektiği gibi devletin emrinde, milletinin yanında ve görevinin başında olunca diğer ayaklar ne kadar yetersiz olduklarını gizleyemediler. Kısaca geçelim; yargı ve üniversite ayakları eskiden bu vesayeti tamamlar nitelikteydi. Mesela üniversiteler, sokağı karıştırıp, toplum mühendisliği ile ortamı darbeye hazır hale getirir, yargı kısmı da bu toplumsal gerginliği artıracak ucube hukuki kararlar verir, yangına odun taşır, darbe sonrası yine ucube kararlar verip vicdanları örseleyip sonra da bu kuduzluklarının karşılığı olan makamlara çöreklenirlerdi. Yassıada ki; artık hiçbir kararı geçerli olmayan bir garabettir, orada kararları veren kuduz köpeklerin adını artık kimse hatırlamıyor. Ama demokrasi şehitlerini her fırsatta saygı ile anıyoruz. Bunların yakın dönem temsilcileri de Abdurrahman ve Sabih isimli “kazara” hukukçulardır. Bunların bu ve benzeri “hukuka tecavüz” anlamına gelen hamlelerinin tek bir amacı vardır: VESAYETİN PARTİSİNDEN VEKİL OLMAK.

Hafifçe özetlediğim durumun bu günlerde yeniden vizyona sokulmak istendiğini herkes görüyor.

Kiralık vekil marifeti ile mecliste grup oluşturan, teröristle kahvaltı için yanıp tutuşan, şehit yakınına yavşak diyen yüce insan, ulu kadın, baş bilen ,en çok bilen hatun kişi, vaktiyle bir TV programında ,içinde bulunduğu ittifak için;”… bize söylendi” cümlesini sarf ederek ne kadar kullanışlı olduğunu itiraf etmiştir. Bu cümle, aynı kişinin “S-400'ler sarayı korumak için alındı” cümlesinden daha zavallı bir cümledir.

Diğer tarafta ülkemizin yargısına müdahale etmek için hadlerini aşan birkaç büyükelçiye destek veren bir zavallı daha var. Bu büyükelçilerin küstahça yayınladıkları ucube paçavraya” dostça uyarmışlar” diye destek veren zavallı, daha önce söylediği “dostlarımızla kazanacağız” cümlesindeki “dostlarını” deşifre etmiş oldu. ”RTE'nı yıkmak için muhalefeti desteklemeliyiz” diyen bunağa,” sen bizim iç işlerimize karışma” bile diyemeyen, aidiyet duygusu bir kaset ömrü kadar geçici olan bu canlının zavallılık konusunda ortağından aşağı kalır yanı yoktur. Öyle ki; geceliği 100.000TL olan boğaz manzaralı süit otel dairesinden “açlık edebiyatı” yapabilen bir zihne ve bu zihni lider zanneden bir kitleye sahiptir.

Son olarak, ağır bir şizofreni geçirmekte olan, bu medenle paranoya ataklarına da sıkça yakalanan bir komedyen var. Kendisi İstanbul'un her 30 yılda bir kendine verdiği cezanın öznesi. Önceki öznenin adı Nurettin Sözen'di. Bu komik kişinin, temel atmama töreninden, yaprakların kendisini alkışladığından, antrikot'tan ya da musakka'dan söz etmeyeceğim. İstanbul'un başında olması gereken her durumda tatilde olmayı başarması da değil konumuz. İstanbul kar yağışına teslim olduğu saatlerde Sarıyer'de balıkçıda geçirdiği zaman da değil. Zaten adamın danışmanı da o saatlerde İsviçre'de kayak tatilindeymiş. Paraların su gibi harcanması, tepkilerin önemsenmemesi de değil konu. Görüştüğü konu için “karla mücadele kadar” önemli demesi de değil..

              Yukarda tanımlamaya çalıştığım üç siyasi yetersizin bir ortak noktası var. Hepsi, ama hepsi, devletimizin dostu olmadığı ayan beyan bilinen devletlerin RESMİ temsilcileri ile gizli kapaklı görüşmeler, toplantılar yapıyorlar. Eminim ki ve iddia ediyorum ki diye başlayamam; yani yemin edebilirim fakat ispatlayamam ama bunlar talimat alıyor.

Ülkesine ve devletine düşman olanlarla işbirliği yapanlar, yukarda da belirttiğim gibi o sorulara EVET cevabını verenlerle aynı çukurdadır..

Yani siyasi ikbal için ihaneti kendisine yakıştıranlardır..

Bu üç yetersizin ortak yanı ,yukardaki soruya EVET cevabı verenlerle aynıdır..

Önce milletimiz, sonra da devletimiz gereken cezayı verecektir..

Afiyet olsun...