Meriç Tunca
GEÇMİŞ ZAMAN KUCAKLAŞIR GELECEĞİYLE - 85 -
30/07/2024 15
- 20 yıl oldu. Pirinç suyu ırmağının nasıl kuruduğunu yazdım. O yazımda dedim
ki; Göksu ırmağımız, ilçemizin eşsiz güzellikteki gök renkli kolyesi
kaybolacak, yüz yıl sonra Göksu ırmağı akmaz olacak dedim. Geçen yıl gene yazdım Göksu
kuruyacak diye. Ve ilk yazımdaki yüz yıllık süreyi elli yıla çektim. İlk yazıyı
yazdığımın üzerinden 20 yıl geçti ve bundan sonraki otuz yılda kuruyacak dedim. Ben diyorum ve ben duyuyorum
maalesef. Göksu’ya muhtaç olan ne çiftçiler duyuyor söylediklerimi. Ne de
ilgili yetkililer. Kimsenin umuru değil Göksu. Halbuki bütün ilçe yaşayanlarının
umuru olmalı bu durum. Bütün sivil toplum örgütlerinin umuru olmalı. Özellikle
ziraat odasının ve ticaret odasının umuru olmalı. Bu iki kurum güç birliği
yapıp yeri göğü ayağa kaldırmalılar hazırlayacakları Göksu koruma projeleri
ile. Ama nafile. Ben üçüncü defa Göksu’yu
kaybediyoruz diye yazmak zorunda hissediyorum kendimi. Hem görüp
yaşadıklarımdan yola çıkarak, otuz yılda kuruyacak demiyorum artık. Göksu altı
yıl sonra akmaz olacak. Ey mut halkı, ey çiftçiler, ey Göksu kenarında
soluklanıp dinlenenler, ey Silifke... duyun bu söylediklerimi. Güzelim Göksu
ırmağımız 2031 yılında akmıyor olacak. Öncelikle bahse konu sürede kravga
bölgesinden geçen ana göksu kolu kuruyacak. Peşi sırada Ermenek suyu kuruyacak.
İki ana kolun kuruma mühletleri arasında bu gidişle 15 yıl ya olur ya olmaz.
2031 de kravga bölgesinde Göksu akmaz olacak... 15 yıl sonra 2046 yılından sonrasında
da Ermenek suyundan gelen kolunda kurumasıyla hiç akmaz olacak Göksu.
Silifke’nin ortasını gök rengiyle yarıp geçen eşsiz güzellik olmayacak bir daha. Yaşamlar değişecek Göksu’yun
kurumasıyla. Tarım arazilerimizin yüzde sekseni çölleşecek. Özellikle Silifke’de
işyerlerinin çoğunun durumu berbat olacak. Göksu manzaralı diye başlayan
ilanların hepsi tarih olacak. Silifke deltası hayalet bataklığa
dönüşecek öncelikle. Sonrasında o güzelim kuşlar uçmaz olacak orda. Börtü böcek
tükenecek. Bugün Göksu’yla ilgili son yazımı
paylaşıyorum sizlerle. Bu konuda bundan sonra bir daha yazmayacağım. Ama sizlere 15 20 yıl evvel yazdığım
yazıdan, pirinç suyunun kuruyuş hikayesinden alıntılar yaparak anlatacağım
durumu.. GÖKSUDA BENİM ÇOCUKLUĞUMDA HİÇ
KURBAĞA YOKTU. ARTIK GÖKSUYUN HER YANINDA KURBAĞALAR.. Neden kurbağa diyorsunuz şimdi. Bu
döl çocukluğundan beri çatlağın tekiydi, doktor oldu ama çatlaklığı gitmedi
diyorsunuzdur. Dangalak diyorsunuzdur. Bu çatlağın yazdıklarını hiç olmazsa
bu defa özenle okuyun. Özellikle çiftçiler okusun. Kayısı üreticileri okusun.
Erik üreticileri okusun. Domates biber üreticileri okusun. Kavun karpuz
üreticileri okusun. Beş yıl sonra daha çok
sinekleneceksiniz. Bütün meyveleriniz sinek kurtlarıyla dolacak.
Ziraatçılarınızın önerdiği hiçbir ilaç fayda etmeyecek. Ama esas acısı şu ki...
Göksu kuruduktan on beş yıl kadar sonra bağ bahçelerinizde ot dahi yetişmez
olacak. Konya ovası çiftçileri gibi Göksu yatağından yeraltı suyu
çekebileceksin on beş yıl kadar. Sonra yeraltı suyunu da çekemez olacaksınız.
Çoraklaşacak topraklarınız. Çöl olacak güzelim yaşam diyarınız. Sevgili ali abi. Sevgili muttan
haber gazetesinin sahibi. Bu yazı oldukça uzun olacak. Lütfen bölme bu yazıyı.
Gerekirse iki üç sayfa ayır. Çünkü bu yazı son önemli uyarı. Bir ikinci ricamda
şu olsun. Lütfen bu sayıyı on misli fazla bas. Her yere ulaşsın gazetenin bu
sayısı. Bu gazeteyi okuyanlarda lütfen atmasınlar bu sayısını gazetenin. İyi
muhafaza efin gazetenin bu sayısını. 15 20 yıl sonra sağ olanlar tekrar
okusunlar. Çünkü 15 20 yıl sonra tarih okuyor olacaklar.. Kurbağalar bastı güzelim Göksu’yu.
Henüz canhıraş çığlıklarını, kulaklarınızı yakan vırraklarını duymuyorsunuz.
Ancak iki üç yıl içerisinde yakacak kulaklarınızı kurbağa vırrakları.. çok uzun
sürmeyecek ve kurbağa vırrakları bittiğinde yüreklerinize inecek
kulaklarınızdan giren yangı.. Gelin hep birlikte elli yıl
evveline, benim sekizli yaşlarıma gidelim hep beraber. Gelin sekizli
yaşlarımdan yirmili yaşlarıma kadar geçen kısa sürede pirinç suyu ırmağına ne
olmuş hep beraber tanıklık edelim. Yapıntı ilkokulu öğretmeni Neşri
Atlay. Döneminin ileri görüşlü bir öğretmeni Neşri Atlay. Yaşadığı yere
aydınlığını veren Neşri Atlay. Rahmetle anıyorum. Rahmetle anıyorum oğlu Doğan Atlay
abimi de.. nurlarda olsunlar.. Pirinç suyu ovasında, Gençali köyü
düzlükleriyle yapıntı düzlüklerinde çeltik (pirinç) ekilirmiş. Bu yüzden pirinç
suyu denirmiş bu suya. Köylüler pirinç yetiştirirlermiş, pirinç satarlarmış ama
hiç yemezlermiş ürettikleri pirinci. Evlerde pirinç pilavı pişmezmiş. Yapıntı
köyü ilkokulu öğretmeni Neşri Atlay üzülürmüş köylünün ürettiğini kendisinin
tüketmemesine. Öyle ya.. başöğretmen Mustafa Kemal Atatürk boşuna mı demiş
köylü milletin efendisidir diye.. boşuna değil elbette.. dehalar boş konuşurlar
mı hiç... üzülürmüş Neşri Atlay.. bir gün okuldaki çocuklarının hepsinin
kulağına şöyle fısıldayıvermiş kendisinin köyde çok sevildiğini bilerek.
"AYŞE KIZIM BUGÜN AKŞAM YEMEĞINE SİZE GELECEM, ANNENE BABANA SÖYLE.
ANNENDE GÜZEL BİR PİRİNÇ PİLAVİ YAPARSA ÇOK SEVİNİRİM." " MEHMET YAVRUM BU AKŞAM SİZE GELECEM
ANNENE BABANA SÖYLE, ..........." "ALİ OĞLUM ANNENE BABANA SÖYLE,
......" "MERYEM KUZUM ......"
"AHMET YAVRUM ..... " Hulase akşam olmuş. Bütün köyün
evlerinde Akşam Neşri öğretmen beklenmekte... bütün evlerde pirinç pilavı
pişirilmiş.. öğretmen pilav yemeye gelecek herkese.. ama yanlış giden bir şey
olduğu çok geçmeden anlaşılmış.. sokağa dökülmüş köylü.. köy okulunun lojman
kapısını çalmışlar. Elindeki bir sağan pirinç pilavını kaşıklayarak çıkmış karşılarına
Neşri öğretmen. Hocam ne ettin bugün bütün bu köye demişler. Her haneye haber
yollamışsın akşam yemeğine size gelecem ve pirinç pilavı yaparsanız sevinirim
diye. Ancak hiçbir haneye de konuk olmadın, hem şu an karşımızda kendin pirinç
pilavı kaşıklıyorsun. Gülmüş Neşri öğretmen. Evlerinize gidin ve bugün
pişirdiğiniz pirinç pilavlarını yeyin.. Başöğretmen Mustafa Kemalin dediğini
asla unutmayın. " KÖYLÜ MİLLETİN EFENDİSİDİR" Ben pirinç suyu ovasında Gençali ve
yapıntıda yoğun pirinç yetiştirildiğine tanık olmadım. Ama Gençali köyünde tek tük
pirinç yetiştiren gördüm. Pirinç tavlası gördüm.. tavladaki suyun içinde
yetişen çeltik bitkisini gördüm . Benden hemen evvelki bu olayı bir düşünün
hele.. koca ovada heryer çeltik tavlası.. düşünsenize bir.. ne muazzam
büyüklükte bir su lazım bunun için. İşte benim sekiz yaşlarımdaki pirinç
suyu şimdiki Göksu’yun üç dört misli büyüklükteydi.. göksunun en büyük
kollarından biriydi. Şimdi gelin birde o dönemki goca
suyu Göksu’yu düşünün.. sadece kolunun
biri şimdikinin üç dört misli büyüklükte.. goca su... Göksu.. Çok severdik Gençali’ye Kemal
dayımın evine gitmeyi. Babam köye gidelim dediğinde bayram bayram olurduk. Pirinç suyunda suya çimerdik. Pirinç
suyu üzerine kurulu üç bent vardı. Bentlerden sulama kanallarına su giderdi. Üç
büyük kanala su giderdi de azalmazdı suyu pirinç suyunun. Altımıza naylon gübre
çuvalları koyar kanal boyunca suyla kayardık. Halt etsin şimdiki su kaydıracı
sosyete aquaparkları. Biz bentin ayrımından bindik miydi suya, suyun kabarttığı
kalın naylon gübre çuvalına yattık mı dünya bizim olurdu. Büzlerin içerisinden
akar geçerdik.. böğürtlen tünelinde akar geçerdik. Mor pembe çiçekli yarpuz
yığınlarını yalar geçerdik.. su boyundaki boktartan böcekleri yetişemezdi
hızımıza.. bütün o güzellikleri seyretmeye doyamazdık ve birkaç kilometrelik
yolu hızla gider doyamazdık dünyaya.. Kanaldan dayımın bahçesine avarına
su salar sulardık ağaçları avarları. Yalaklarına su doldurduğumuź kaysı
ağaçları okşar severdi bizi. İncirler üzerimize bal damlatırlardı. Kavakların
üzerine ağan kadın parmak üzümleri kavak dallarından el sallarlardı bize..
buyurun üzümlerimden yeyin derdi koca asmalar. Ak dut ve karadut ağaçları
etrafın bütün kuşlarını dallarında doyurup oynaştırırken mutla bize de el
sallar, dut yüklü dallarına davet ederdi bizleri. Domates cizilerinde, biber
cizilerinde suyun ilerleyişini keyifle izler, suyun akıp geçtiği yol boyunca
sörf yapardık gözlerimizle.. gözlerimizle cizilerdeki sularda gemi yüzdürürdük.
Patlıcan cizileri birbirine girerdi ve köklerine doğru tünel oluştururlardı.
Suyu salar salmaz patlıcan cizisine, koşar tüneline dalar yatardık.. cizide
patrıcanı sulayan suyu göl ederdik yattığımız yerde.. çamura boyanırdık, çer
çöp köpüğüne boyanırdık, sırtımızı okşayan suyla mest olur aşk büyütürdük her
güzelliğe.. Sulama işi bitipte bahçenin suyunu
kesince bahçeden gene keyifle koşardık bahçeye. Çamurda yuvarlanırdık.
Cizilerde ve ağaç diplerinde zıplayan balıkları toplardık. Gümüş renkli
sazanlar, kefaller ve yılanbalıkları doldururduk şalvarlarımızın peyiğine.
Çamurlu suyla ayaklarımıza dolardı bahçeni
suyu, Ermenek lastiklerimizden içeri dolan çamurlu suyla osurturduk
ayakkaplarımızı. Leş gibi çamur olurduk ancak içine giriverdiğimiz an bizi pak
ediverirdi pirinç suyunun ak köpüklü billur suları. Pirinç suyu boyunca boy boy çınarlar
dallarına davet ederdi bizleri.. söğütler davet ederdi.. ılgınları kardeşimiz
gibi görürdük, hayıtları okşar koklardık. Çıldır kavaklarının gök rengiyle
gözlerimize yaprak yaprak gök kolyeler takardık. Çınar dallarının davetini hiç
geri çevirmez binerdik çınarların güclü dallarına. Çınar dallarına ağan
martavul üzümleri bordo rengiyle boyardı bizleri.. ak göyneklerimiz bordo
çalardı, kuşlar gibi martavul salkımlarından üzüm taneleri yer, koca çınardan
suya atlardık, tekrar tırmanır, tekrar martavul salkımlarından üzümler dişleyip
tekrar atlardık billur suyuna pirinç suyunun. Kuşlar dahil, boktartan böcekleri
dahil, su kenarındaki böğürtlenler, gökyemişler ve bilcümle ağaç dallarıyla
sevişirdik. Sevişirdik. Suyun ve bilcümle habitatın parçası olurduk. Huzur
pompalardı kalplerimiz bütün hücrelerimize. Her mevsimi ayrı güzeldi pirinç
suyunun. Her mevsim bize sunacağı güzel hediyeleri olurdu. Hiç boş çevirmezdi
bizleri. Dalında ballanmış ve senikleşmiş gök yemişleri dalından dişlerimizle
koparırken bir elimiz yanakları yarılmış inci dişli narlara giderdi. Nar
tetirleri ağzımızın çevresini ve göyneklerimizi boyayan en güzel rengimiz,
tertemiz kirlerimizdi nar tetirleri.. incir kuşlarının yarım bıraktığı incirler
bal sunarlardı.. yerfıstıklarını ateşte üter yerdik.. üzerine tül misali yeşilden sarı esintiler
almış buğday başaklarını ütme yapar yerdik.. en güzel karaya boyardık elimizi
yüzümüzü. Fıstık tarlalarının içine yetişen karpuz kavunları dalında kırar
kemirirdik kabuğuna kadar.. ağız çevremizde karpuz kavun pekmezi kaynatırdık
güneşte.. sonra doya doya karpuz kavun pekmezi yalardık avurtlarımızdan.
Ağzımızın pekmeziyle öperdik arkadaşlarımızı.. Yeryüzünün en güzel domatesi pirinç
suyu boyunca yetişirdi. Pirinç suyu vadisi boyunca kükürt ve domates kokusu,
salatalık kokusu okşardı burunlarımıza. En güzel rüzgar binicileriydi bu eşsiz
kokular. Ton ton, çeşit çeşit renkler boyardı gözlerimizi. Boktartan böcekleri
kanatlarına bu en güzel renkleri takarlar öyle uçarlardı etrafımızda. Yaz dönemi yataklar dayımın evinin
damına çıkarılır, cibinlikler kurulur, akşam olunca hevesle çıkardık damdaki
yataklarımıza. Yıldızları seyrederdik pirinç suyunun çağıltısı kulaklarımıza
dolarken. Hareket eden yıldızları kaybolana kadar izlerdik. Binerdik o
yıldızlara ve göklerde gezerdik. Hareket eden bütün yıldızlar bizim havalı
apollo servislerimizdi. Konya firması havalı apollo servis deutz otobüslerle
rekabet ederdik, ve bu rekabeti hep biz kazanırdık sabaha kadar. Kurt ulurdu pirinç
suyu vadisinden, çakal pavlardı vadinin beri yüzlerinde. Bazen güclü bir
bağırtı ulşırdı vadiden kulaklarımıza, ayııı diyerek bağırıp yorganlarımızın
altına saklanırdık. Ama duramazdık fazla yorganın altında gene dalardık vadinin
çağıltılı ve yıldız ışıltılı gecesine. Bazen dolunay boyardı bizi. Gugumavlar
daha çok öterdi dolunayda. Çeşit çeşit börtüböcek sesi şarkı türkü olurdu.
Sabaha dinginlenirdi her yan ve her uzvumuz. Sabahın tanında güvercin sesleriyle
keklik sesleri birbirine karışırdı. Serçeler hep telaşlıydılar. Gün doğumun
bazen ilk ışıklarla karşı tepede keklikler bizlere oyun kurarlardı. Sabahın
erkeninde kümeslerden ayrılan tilkileri görürdük ve tavuk hırsızı derdik. Haberimiz olmadan geçti yıllar.
Büyüdük yıllarla. Bir gün pirinç suyunda koca gömbette suya çimerken büyük
dayıoğlum haydin suyun içinden içinden ve sudan hiç çıkmadan akçaglara kadar
gidelim dedi. Akıntılara inat ilerledik geri yukarı. Küçük çağlaklar geçtik
kaygan kayalardan atladık. Çınar ve söğüt dallarına tutunup ilerledik
bentlerde. Zorlu geçen birkaç saat sonra ulaştık koca çağlak Akçağlara.
Köpüklendik akçağlağın billur şelalesinde. Şelalenin döküldüğü yerde kaparan
bembeyaz köpükler dalıp dalıp çıktık. Çocukken günahımız neydi bilemiyorum..
belki tatın karpuzunu çalmak günahtı.. süzmenin fıstığını izinsiz yemek günahtı
belki. Belki karınca yuvalarına işediğimizde, zambur ocaklarını bizlediğimizde
günahlar işlemişizdir.. işte o bütün günahlarımızı bile alıp götürüyordu
akçağların köpükleri. Göyneklerimizdeki nar tetirlerimiz bile pırıl pırıl
oluyordu. Akçağlara ırmak boyunca gittiğimiz o
gün onlarca domuz gördük ikinci bent
civarında yukarı yamaca, ormana giden ayı gördük. Domuzların ve o ayının bizden
kaçışlarını izledik. Uzun kış gecelerinde yemekten birkaç
saat sonra tekrar sofra serilirdi ortaya. Fıstıklar pişirilir gelirdi önümüze.
Ambardan narlar gelirdi. Çeşit çeşit meyve gelirdi. Külde pişirilmiş nohut
gelirdi. Gavurka gelirdi. Çıtlık gelirdi yeşil elbisesiyle. Bayram olurduk o
sofralarda. Köyün lafazan mugallit büyükleri türlü türlü hikayeler
anlatırlardı. Yalanlarla da şişirilip ballandırıldı bu hikayelerin birçoğu.. bu
hikayelerdeki yalanlar en güzel yalanlardı. Ayı hikayelerini anlatırken
ürpererek anlatırdı büyüklerimiz. Ayıdan tokat yiyen ve kaçarken donuna sıçan
büyüğümüze gülüşürken bokunun kokusunu ve ayının tokatını hissederdik ve
bizlerde ürperirdik. Kurt demezlerdi. Canavar derlerdi. Canavarlardan
bahsederken gizliden gizliye o hayvanlara duydukları saygıyı hissederdik. Sekiz yaşımdan on beş on altı
yaşlarıma geldiğimde anlatılmaz oldu ayı hikayeleri. Sanırım akçağlara
gittiğimiz gün son ayıyı biz görmüştük. Ayıyla beraber gitti kurtlarda. Zamanla
dam yataklarımızda pirinç suyunun çağlak sesini duymaz olduk. İste tam bu andan
sonrada giden gidene hayatımızdan. Gecelerimizden çakal pavlaması çekildi..
gece böceklerinin sesi azaldı.. sabahımıza değen güzelim keklik ve güvercinler
gitti.. tilkiler tek tük kaldı ve yaşlandıkları için gidemediler bir yere.. Sonra birden bire kurbağa sesi hakim
oldu gecelerimize. Vırrak vırrak koca bir kurbağa orkestrası sardı her yanı. Pirinç
suyunun suyu çok azalmıştı.. güzelim domatesler terketti ovayı.. kokularıyla
beraber terkettiler gittiler. Kükürtlerini de yüklenip gittiler. Bostanların
kokusu azaldı ve düştü verimleri. Çınarlar söğütler sarardılar.. çınarları
terketti martavul üzümleri. Ilgınlar ve hayıtlar suya uzak kaldılar. Güzelim kaysılar gitti sonra..
incirler daldal kuruyup çürüdü. Dutlar cılızlaştı dallarında oynaşan kuşlar
azaldı. Boktartanlar kuruyan kanallardan dereye taşındılar.. ağı dalları daha
çoğaldılar. Bir süre sonra çok çok arttı kurbağa
sesi. Ama kısa süre sonra kurbağa sesi de kesildi. Hiç boktartan kalmadı.
Nereye gittikleriyle ilgili en ufak bilgim yok. Ağı dalları daha çoğaldı. Pirinç
suyu yatağında akan su kalmadı yer yer küçük su göletleri kuruyan yeşil
yosunlar kaldı çakıl taşlarının arasında. Ağı dalları dere yatağının her yanını
sardılar. Karpuz gitti, kavun gitti, fıstık
gitti, domates yaylalara kaçıp gitti. Kabak gitti.. bostan gitti.. börtü gitti
böcek gitti. Sonra köyün içinden şehire gitmeye
başladı köylüler. Köy çeşmesi kurudu.. köy evi ve misafirhanesi göçtü yıkıldı..
ahırlara fıstık teği gelmez, karamandan kepek gelir oldu. Ekin gitti.. saman Konya
ovasından gelir oldu. Köyden çocuk cıvıltıları gitti.. yaşlananların benzi
solarken, gözlerinin ışığı söndü.. Meğer dereyi kurbağalar bastığında
çığlık atıyormuş pirinç suyu. Meğer ayı giderken kaçmıyormuş, kurt kaçmıyormuş,
görmüşler çok erken koca vadideki yok oluşu.
Meğer gecelerimize çöreklenen kurbağa sesleri güzelim pirinç suyunun son
çığlıklarıymış. Daha ne deseydi ki güzelim pirinç suyu. Biz cahil insanlar
gibi, biz tamahkar insanlar gibi konuşsamıydı. Doğanın dili farklı işte.
Doğanın dili tek. İnsanlar gibi çeşit çeşit dil ve aksan- lehçe yok doğada.
Dili sade ve bütün dünyada tek doğanın dili. Gökte kanatlar azalır konuşur
doğa.. geceden sesler çekilir konuşur doğa.. ayı giderken, kurt giderken erken
erken konuşur doğa.. bal yüklü ıtır ıtır meyve sebze giderken konuşur doğa.. a
dostlar meğer yoğun kurbağa vırakları bir yaşam vadisinin son çığlıklarıymış... Güzelim Göksu’da son çığlık için
çoğalıyor kurbağalar... boktartanlar Göksu’da öbeklendiler.. kuruyan dere
akaklarındaki ağı dalları hızla göksuya yaklaşıyorlar, ki yer yer Göksu’yun
kenarlarında öbek öbek ağı dalları. Göksu’ya kulak verin beyler ağalar.
Göksu büyük çığlığa çok hızlı hazırlanıyor. Göksu son çığlığını verdiğinde çok
geç kalınmış olacak.. o son çığlıkta insan diliyle şöyle diyor olacak Göksu.. Elveda güzel vadim.. elveda yeşil
vadım.. elvedan hayat verdiklerim. Elveda mut sunduklarım.. ELVEDA CENNETİM.. Kıssanın hissesi şu olsun.. geliniz
çok ciddi şekilde bu yok oluşu nasıl durdurabiliriz onu tartışalım
elbirliğiyle.. Saygıyla... |
Yorumlar |
Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın |
Yazarın diğer yazıları |
GEÇMİŞ ZAMAN KUCAKLAŞIR GELECEĞİYLE - 86 - - 02/08/2024 |
GEÇMİŞ ZAMAN KUCAKLAŞIR GELECEĞİYLE - 86 - |
GEÇMİŞ ZAMAN KUCAKLAŞIR GELECEĞİYLE - 84 - - 26/07/2024 |
GEÇMİŞ ZAMAN KUCAKLAŞIR GELECEĞİYLE - 84 - |
GEÇMİŞ ZAMAN KUCAKLAŞIR GELECEĞİYLE - 83 - - 23/07/2024 |
GEÇMİŞ ZAMAN KUCAKLAŞIR GELECEĞİYLE - 83 - |
GEÇMİŞ ZAMAN KUCAKLAŞIR GELECEĞİYLE - 82 - - 19/07/2024 |
GEÇMİŞ ZAMAN KUCAKLAŞIR GELECEĞİYLE - 82 - |
GEÇMİŞ ZAMAN KUCAKLAŞIR GELECEĞİYLE -81 - - 16/07/2024 |
GEÇMİŞ ZAMAN KUCAKLAŞIR GELECEĞİYLE -81 - |
GEÇMİŞ ZAMAN KUCAKLAŞIR GELECEĞİYLE -80- - 12/07/2024 |
GEÇMİŞ ZAMAN KUCAKLAŞIR GELECEĞİYLE -80- |
GEÇMİŞ ZAMAN KUCAKLAŞIR GELECEĞİYLE -79- - 09/07/2024 |
GEÇMİŞ ZAMAN KUCAKLAŞIR GELECEĞİYLE -79- |
GEÇMİŞ ZAMAN KUCAKLAŞIR GELECEĞİYLE - 78 - - 05/07/2024 |
GEÇMİŞ ZAMAN KUCAKLAŞIR GELECEĞİYLE - 78 - |
GEÇMİŞ ZAMAN KUCAKLAŞIR GELECEĞİYLE -77- - 02/07/2024 |
GEÇMİŞ ZAMAN KUCAKLAŞIR GELECEĞİYLE -77- |
Devamı |