İrfan Ünver NASRATTİNOĞLU
nasrattioglu@hotmail.com
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti 50 YAŞINDA
20/09/2024 Kıbrıs
Adasının, yaşantımda çok önemli ve özel bir yeri vardır…20 yıllık mecburi
hizmetimin son yılındaydım, batının alabildiğine şımarttığı Yunanistan ve
Kıbrıs Rumları iyiden iyiye gemi azıya almışlardı. Adadaki tüm Türk’leri
korkutup, kovacaklar ve bağımsız b.ir devlet statüsü elde etmiş olan Kıbrıs’a
Yunanistan’a bağlayacaklardı. Defalarca dayak yedikleri Türk Milletini
sindireceklerini sanıyorlardı! Ankara
Etimesgut’taki Hava Destek Üs’ünde görevliydim. Harekâttan önce, harekât
sırasında bazı arkadaşlarımız Kıbrıs’a gitmişlerdi. Ama ben karargâhta ve idari
işlerle görevli olduğum için Etimesgut’ta kalmıştım. Hemen yanımızdaki
12.Hv.Ulaştırma Üs K.lığındaki C-47 nakliye uçaklarının biri iniyor, biri çıkıyordu.
Bu uçaklar, Kıbrıs’a yapılacak çıkarma harekâtında kullanılacak olan silah,
mühimmat ve çeşitli araç-gereç taşıyorlardı. Neticede,
Silahlı Kuvvetlerimiz, adeta elini kolunu sallayarak Kıbrıs’a çıkmışlar ve daha
önce defalarca tokadımızı yiyen Yunan’a son bir ders daha vermişlerdi. Geçtiğimiz günlerde
Ankara’da"Kıbrıs Barış Harekâtı'nın 50. Yıldönümü" Fotoğraf Sergisi
ni gezerken o yılları ve harekâtı bir kez daha gözlerimizde canlandırdık. 20 Temmuz 1974’te gerçekleştirdiğimiz
harekât ile ilgili sergi Ankara Büyükşehir Belediyesi, KKTC Ankara
Büyükelçiliği ve Gazeteciler Cemiyeti’nin iş birliğiyle düzenlendi ve bir hafta
süreyle, çok sayıda yurttaşımız tarafından ilgiyle seyredildi. *** TSK’nin
Kıbrıs’a adım attığı yıl, oğlum Deniz dünyaya gelmişti. 1976 yılının ocak
ayında da emekliye ayrılmış, ve aynı gün, Basın-İş Sendikasının yayımladığı,
günlük Gündem gazetesi ile anlaşıp, profesyonel gazeteciliğe adım atmıştım. O
tarihteki en önemli temennim, Kıbrıs’a giderek, olup bitenleri yerinde görüp,
saptamalar yapabilmekti. Kıbrıs Türkleri Adanın kuzey
kesiminde yaşıyorlardı ve o bölgede artık bir Türk Devleti resmen kurulmuş ve
bu devlet birkaç yıl sonra Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti adını almıştı.
Böylelikle ben de ilk yurt dışı seyahatimi Kıbrıs’a yapabilirdim. Yarım yüzyıllık Kıbrıs anılarımın
tamamını yayımlamayı isterim. Zira ben 1977-2018 yılları arasında tam 24 kez
Kıbrıs’a gidip konaklamışım. Çok yönlü amaçlarla yapılan bu seyahatlerimle
ilgili anılarımı inşallah bir gün yayımlama olanağı bulurum, diyerek bu kez
Adaya yaptığım ilk seyahatten kısaca bahsedeceğim *** 31 Ocak – 11
Şubat 1977 tarihleri arasında eşim Nurten ve o tarihte 3 yaşında olan oğlum
Deniz’le birlikte Ankara’dan Kıbrıs’a uçmuştuk. Şair-Yazar-Öğretmen dostum
İlter Veziroğlu, eşi Aliye hanımla birlikte bizi, Ercan hava alanında
karşılamış, kısa bir Magosa turu attıktan sonra, Mehmetçik’e götürmüştü.
İlter’in, Mehmetçik’teki baba ocağına ulaştığımızda, henüz hepsi de çocuk
yaşlarda olan kızları Ece ve Öz ile oğulları Hasan’ı tanımıştık. Kıbrıs Türk
mutfağının özgün yemeklerinden enginar dolması ile de o akşam sofrasında
tanışmıştık!... Ertesi sabah kahvaltıdan sonra ilk
işimiz, Magosa’ya giderek, hayallerimde yaşattığım bu tarihi kenti gezip görmek
olmuştu. Katedral’dan dönüştürülen muhteşem Cami, Kale, Otello, Namık Kemal
Zindanı, İskele-Liman…Türkiye’den gelen feribot…o gün, başım dönmüş, adeta
sarhoş olmuştum!... Öğleden
sonra, Mehmetçik içerisinde dolaşmış, ilk ve orta okulları ziyaret etmiş, ilk
okulun müdürü Fahri Veziroğlu ile tanışmış ve Mehmetçik Çiftçiler Birliği’ne
giderek, yönetici ve kimi üyeleriyle tanışıp, görüşmüştük. Aynı akşam Fahri ve Çetin Veziroğlu,
eşleriyle birlikte gelmişler ve böylelikle, Veziroğlu ailesinin iki değerli
ferdiyle yararlı görüşmeler yapmıştık. Özellikle sonraki yıllarda milletvekili
ve bakanlık yapan Av.Çetin’in fikirleri beni etkilemişti. Kahvaltılarda, Kıbrıs Türkü’nün
gelenekleriyle birlikte damak zevkini de görüyor, tadıyorduk. Hellim peyniri,
zeytin, çekişte, helva, yağ, şekerle yenilen nor (lor), kızarmış ekmek… İlter ve
Aliye Hanım, bizi her gün bir yerlere götürerek, Kıbrıs’ı en iyi şekilde
tanımamızı sağlıyorlardı. Örneğin Lefkoşa’ya giderken Grivas denilen katilin
köyü olan Trikomo’dan geçmiştik. İlter, Mehmetçik’e gidip gelirken, geçtiğimiz
bütün köyler hakkında bana kısa kısa
bilgiler vermişti. Lefkonuk (Geçitkale) 1967’de Grivas’ın palikaryaları ile
katliam yaptığı köydü!...Gönendere şirin bir köydü; sürü halinde cikle kuşları
görülüyordu. Zeytin ve hurma ağaçları vardı…Serdarlı (Çato) daki birinci
harekâttan sonra Rumlar’ın işgal ettikleri; sonradan kurtarılan Türk köyündeki
yanmış olan evler hâlâ duruyordu!...Yolda yanmış, yakılmış, kullanılmaz hale
gelmiş araçlar bulunuyordu. İlter’in gösterdiği Rum evleri daha güzel ve kullanışlı,
Türklerin yaşadıkları evler ise, kerpiçten yapılan basit
meskenlerdi!..Malazgirt (Lapta)’teki her evde mutlaka bir-birkaç mermi deliği
görünüyordu. Karavan (Alsancak)’ta narenciye bahçeleri vardı…Değirmenlik,
Rumlar’ın son direnme hattıydı. Buranın ele geçirilmesinden sonra Türk askeri,
elini kolunu sallayarak, Magosa’ya kadar gitmişti. Bu köyün yol kenarındaki
evlerine askerler yerleşmişlerdi…Ziyamet köyündeki Rumlar malını mülkünü satıp,
güneye gitmişler; ama yalan yanlış beyanlarla, Türk tarafını suçlamaktan geri
durmamışlardı!...Yeşilköy, kurtarılan bir bölgede idi. Suyu bol, arazisi
verimli idi… Türkiye’den gelen bir din görevlisi, haftada bir gün okullara
giderek İslâmı anlatıyordu…Maltepe ise Adanın tütün deposuydu. Burada üretilen
virjinya tipi tütün ihraç ediliyor ve önemli döviz girdisi sağlanıyordu. İlter
Veziroğlu’nun dediğine göre, Türk tarafından 200 bin Rum güneye gitmiş; o
yakadan da 60 bin Türk kuzeye gelip yerleşmişti. Lefkoşa’da Ledra Palas Oteli,
Çetinkaya Spor Kulübü, Barış görevlisi olarak gelen yabancı askerler, sınırlar,
tepeden gördüğüm Rumlar…kent içindeki kargaşa, dar yollar vb. bir kez daha
başımı döndüren şeyler idi. Lefkoşa’da bir kitabevinin sahibi
olan ünlü şair-yazar Özker Yaşın’la da tanışmak beni son derece memnun etmişti.
Yaşın’ın Kıbrıs Türkü’nün verdiği büyük mücadeleyi anlattığı kitabı okuduktan
sonra kaleme aldığım bir yazıyı, yayımlandıktan sonra kendisine göndermiş ve
sonraki aşamada uzun süre birbirimize yazmıştık. O gün ilk kez St.Hilaryon Kalesi’ne
de çıkarak, rehber eşliğinde gezmiş ve kaleden Girne’nin muhteşem görünümünü
temaşa eylemiştik… *** Barış Harekâtından önce, 300-400
Türk’ün yaşadığı Girne, artık aslına dönmüş ve tamamen bir Türk kenti olmuştu.
Sahildeki meskenlerin duvarlarında mermi ve top izleri vardı. Bu güzel kent ve
yakın çevresindeki villalara, köşklere vb. artık Türkler yerleşmişlerdi..
Harekâtta, çıkarma yapılan limanı; Karaoğlanoğlu Şehitliğini gezerken çok
duygulanmıştım! Rum ordusunun kaçarken bıraktığı tanklar ve ağır silahların sergilendiği
açık hava müzesi, hâlâ savaşın izlerini taşıyordu. Girne’de
dolaşırken İlker’in söylediği şu sözleri not etmiştim: “Girne/ İçine girme/ Girersen evlenme/ Evlenirsen çocuk etme!...” Girne’den Güzelyurt’a doğru giderken
gördüğümüz narenciye bahçelerinin bakımsızlıktan düştükleri duruma üzülmüştük. Köy yollarından Mehmetçik’e dönmüş
ve o akşam Çiftçiler Birliği’ndeki sohbete katılmıştım. O tarihte İlter,
Birliğin Başkanı idi ve aynı zamanda Mehmetçik İlkokulundaki öğretmenlik
görevini de sürdürüyordu. Burada Lefkoşa Türk Lisesi Müdür Yardımcısı kimyager
Yaman Bey, Belediye Başkanı ve Sancar Kanlıoğlu adlı bir Türk subayı ile çok
yararlı görüşmelerde bulunmuştuk. Albay rütbesine ulaştıktan sonra emekliye
ayrılan Sancar Bey, o tarihte Magosa ve Karpaz bölgesinde görev yapıyordu. Daha
sonra onunla Ankara’da da görüşmüştüm. *** Zafer Burnu-Karpaz Artık, “Zafer Burnu” denilen Karpaz
burnuna kadar gidebilmek için, özel izin gerekiyordu. Aksi halde, elinizi
kolunuzu sallayarak, buruna kadar gidebilmeniz mümkün değildi. Biz, Alb.Sancar
Kanlıoğlu sayesinde Karpaz burnuna kadar uzayan bir seyahati yapabilme
olanağını bulmuştuk. Karpaz, Rumlar için çok önemli bir kutsal bölgeydi.
Bölgede birçok mini kiliseler görülüyordu. Ama tam burunda olan Apostolos
Andrea Manastırı, Hristiyanların önemli bir merkeziydi. Bu mabedi, Hristiyan
misyoneri olan Apostolos Andrea inşa ettirmişti. Askerimiz bölgeye egemen
olunca, tüm kutsal mekânlar gibi buraya da dokunmamış, aksine korumuştu.
Kilisede altın eşyalar, tablolar olduğu gibi duruyordu. Papaz Zaharias Yorfio,
kimi tablolarını, dünyada benzeri olmadığını söylemişti. Kilisenin yanında bir
gazino ve misafirhane vardı. Zaman zaman gelip adaklar adayan Rumlar
görülüyordu. Bölgedeki
Kumyalı köyüne, Türkiye’den gelen göçmenler yerleşmişlerdi. Hâlâ sahipsiz
hayvanlar geniş arazide başıboş dolaşıyorlardı. Tarım alanları ekilmemişti.
Ziraat Bankasından emekli, Karadeniz bölgesinden gelen bir Türkiyeli Kumyalı’da
fırın açmıştı. Köy kahvesinde konuştuğum öteki yurttaşlarım da, adeta sudan
çıkmış balık gibiydiler. Ne yapacaklarını bilemez halde, miskin miskin
oturuyorlardı. Bölgede, gerçekten muhteşem doğal
plajlar vardı. Buralarda inşa edilecek turistik tesisler, yıl boyunca dolup
taşardı. Ama geniş bir askeri bölge vardı ve Adanın savunması buradan
başlıyordu. Ertesi gün
yine Sancar Albay’la birlikte Mehmetçik Güvenlik Kuvvetleri karargâhını ziyaret
etmiş; bilahare sabun fabrikasını gezmiştik. Öğleden sonra da Fahri Veziroğlu
ile birlikte Anadolu’dan getirilen
göçmenlerin iskân edildiği, iki eski Rum köyüne giderek, halkla söyleşilerde
bulunmuştuk. 7 Şubatta
yoğun bir ziyaret trafiği yaşamıştık. Önce Magosa’ya uğramış, sonra Lefkoşa’ya
giderek Kıbrıs Türkü’nün ölümsüz lideri Dr.Fazıl Küçük’ün kurduğu Halkın Sesi
Gazetesi’ne uğramıştık. Kıbrıs Türkü’nün özgürlüğünü elde etmesinde büyük
katkısı olan Halkın Sesi Gazetesinde yönetici ve yazarlarla görüştükten sonra,
(uzun yıllar Milletvekilliği yapan) Fuat Veziroğlu’nun ofisine gitmiş;
böylelikle bir başka Veziroğlu ile tanışmıştık… Ben o tarihlerde Türk Kooperatifçilik
Kurumu’nun yönetim kurulu üyesiydim ve bu kurumun yayım organı olan Karınca
Dergisi’nin teknik yönetimini yürütüyordum. Mehmet Eşref’ten başlayarak, Nazif
Borman ve Taşkent Atasayan gibi kişilerle ayrı ayrı söyleşiler yapmış ve
bunları yayımlamıştım. Atasayan o tarihte Boğaz Harup Fabrikasının müdürü idi
ve onun döneminde Harup Fabrikasında meydana gelen yangın, çalışmalarını
aksatmış; ama İtalya’daki partnerlerinin anlayışlı davranmaları nedeniyle, kriz
kısa sürede atlatılmıştı. Yem ve Süt fabrikaları da o arada ziyaret ettiğimiz
yerlerdi. Türk Kooperatifçilik Kurumu olarak, düzenlediğimiz uluslar arası
kooperatifçilik kongrelerinde bu üç değerli kooperatifçiyi, Ankara’da misafir
ederken, Kurum adına onlarla ben ilgilenmiştim. Sonraki yıllarda Nazif Borman’ı
ve Taşkent Atasayan’ı, Bakan olarak da ağırlamıştık. Bu ilk
Kıbrıs seyahatimde Kantara Kalesi, Maraş bölgesinin girilemeyen yerleri ve
Girne’deki Ordu Pazarı gibi mekânlar da, gezip gördüğümüz yerler olmuştu. Kıbrıs Türk
Çiftçiler Birliği Kıbrıs Türkü’nün hayatında, önemli
yer alan kurum ve kuruluşlar vardı. Kooperatifler bunların başında geliyordu.
Bugün bir KKTC var ise, bu devletin kuruluşunda, Kooperatif Merkez Bankasının
büyük payı vardı. Bunun gibi bir başka kuruluş ise, Kıbrıs Türk Çiftçiler Birliği
idi. Bu Birlik, 1 Mayıs 1943 tarihinde Lefkoşa Halkevinde yapılan bir
toplantıda kurulmuştu. Merkezi Lefkoşa’da idi ama, bütün kasaba ve köylerde
şubeleri bulunuyordu. Dostum İlter Veziroğlu, işte bu birliğin Mehmetçik
Şubesinin başkanlığını yapıyordu. 11 günlük seyahati tamamlayıp,
Türkiye’ye dönerken uçakta düşünüyordum…Henüz savaşın yaraları sarılmış değildi
ve soydaşlarımız pek çok sorunla boğuşuyorlardı. Tabii ekonomik sorun önde
geliyordu ve adada yaşayanların büyük çoğunluğu yöneticilerden şikayet
ediyorlardı. Bireylerin ekonomik sorunları giderek büyürken, yönetenler israf
politikalarını sürdürüyorlardı.
Birşeyler yapılıyor gibi gösteriliyor ama, kısıtlı ödenekler çar-çur
ediliyordu. Yakından müşahade etmiştim ki, öğretmenlerle aydınlar sürekli
olarak hükümeti eleştiriyorlardı. Türkiye’deki
gibi, tam bir devlet düzeni kurulmuştu. Cumhurbaşkanı, Başbakan, Başbakan
Yardımcısı, Bakanlar, 40 Mebuslu Meclis; müsteşarlar, genel müdürler, daire
başkanları vb. devlet bütçesinin neredeyse tamamını alıp götürüyorlardı.
Cumhurbaşkanı ve öteki makam sahiplerinin israf politikaları ise almış başını
gidiyordu!... Ve bir şiir-türkü O tarihte radyo ve televizyonda
sürekli çalınıp çığırılan bir türkü vardı. Zaman zaman İlter’de mırıldanıyordu
ve benim de çok hoşuma gitmişti. Kıbrıslı müzisyen Bn.Kâmran Aziz’in bu güzel
eserini İlter Veziroğlu’nun güzel yazısıyla, günlüğüme kaydetmiştim: KIBRIS’IM Kıbrıs bir ada mıdır? / Cennetten
parça mıdır Kıbrıs’ın güzel kızı / Yanakları
kırmızı Akdeniz’in yıldızı / Ah Kıbrıs’ım
Kıbrıs’ım. Kıbrıs’ın her kazası / Sanki altın
parçası Magosa hisarları / Yeşil Girne
dağları Baf’ın güzel bağları / Ah ne hoştur
Kıbrıs’ım. Aman ne de edalı / Kıbrıs’ın kızları İskele sahiline / Leymosun içkisine Kızların sevgisine / Vurgunum ben
Kıbrıs’ım. |
Yorumlar |
Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın |
Yazarın diğer yazıları |
Dünya Liderleri ATATÜRK İÇİN NELER DEDİLER?... - 08/11/2024 |
Dünya Liderleri ATATÜRK İÇİN NELER DEDİLER?... |
ROMA'YI KURAN TÜRKLER E T R Ü S K L E R - 29/10/2024 |
ROMA'YI KURAN TÜRKLER E T R Ü S K L E R |
BİLGE KAĞAN - 25/10/2024 |
BİLGE KAĞAN |
KIRGIZİSTAN MİLLÎ OZANI TOKTOGUL 160. YAŞINDA - 04/10/2024 |
KIRGIZİSTAN MİLLÎ OZANI TOKTOGUL 160. YAŞINDA |
ÖLÜMÜNÜN 500. YILDÖNÜMÜNDE ŞAH İSMAİL HATAYİ - 01/10/2024 |
(Ve Türk’ün Türk’ü kırdığı Çaldıran Savaşı) |
TÜRKLERİN EFSANEVİ ATASI DEDE KORKUT - 24/09/2024 |
TÜRKLERİN EFSANEVİ ATASI DEDE KORKUT |
Tebrizli Türk MESUD PEZEŞKİYAN İran Cumhurbaşkanı Seçildi - 17/09/2024 |
Tebrizli Türk MESUD PEZEŞKİYAN İran Cumhurbaşkanı Seçildi |
ÇİNGENELER = ROMANLAR - 13/09/2024 |
ÇİNGENELER = ROMANLAR |
GÖKTÜRKLER – KÖK TÜRKLER - 10/09/2024 |
GÖKTÜRKLER – KÖK TÜRKLER |
Devamı |