İrfan Ünver NASRATTİNOĞLU
nasrattioglu@hotmail.com
ÖLÜMÜNÜN 500. YILDÖNÜMÜNDE ŞAH İSMAİL HATAYİ
01/10/2024 Tarihteki Türk Devletlerinden ve
Türk Devlet Başkanlarından bahsederken, Şah İmail’den ve Safevi Devletinden
bahsetmemek, tarihimizin eksik yazılması demektir. Örneğin Erdebil Tekkesinin
şeyhi ve Safevi Devleti’nin kurucusu Şah İsmail, Türk oğlu Türk’tür. O tarihte,
koca İran’ı yönetmiş ve tarihte iz bırakmıştır. Sözün başında belirtmek isterim
ki, bugün de İran’ın başında, Cumhurbaşkanı sıfatıyla bir başka Türkoğlu Türk,
Mesud Pezeşkiyan bulunmaktadır. Şah
İsmail 17 Temmuz 1487 tarihinde Erdebil’de doğdu. Babası Safevi şeyhi Haydar,
anası ise Akkoyunlu Uzun Hasan’ın Alemşah unvanıyla bilinen kızı Halime Begüm
Hatundur. Uzun Hasan’ın kız kardeşi Hatice Begüm de babaannesidir. İsmail, daha bebek iken babası Şeyh
Haydar, Gürcistan’a düzenlediği akında Şirvan hükümdarı Ferruh Yesar tarafından
öldürüldü. Akkoyunlu Yakup, İsmail ile diğer kardeşleri Sultan Ali ve
İbrahim’i, Şiraz valisi Mansur Bey Purnak’a göndererek İstahr Kalesi’nde
hapsettirdi. Sultan Yakup’un ölümünden sonra, onun halefleri arasında çıkan kargaşa
ortamında iktidarı ele geçiren Rüstem Bey, Safevilerin desteğini almak için
Şeyh Haydar’ın oğullarını serbest bırakmakla kalmadı, Erdebil’i yönetmek üzere
Sultan Ali’yi görevlendirdi.. Ancak Sultan Ali’nin Akkoyunlu Baysungur’u
yenerek nüfuz kazanması Rüstem’i kuşkulandırdı. Sultan Ali’nin üzerine asker
sevk ederek öldürttü. Şeyh Haydar’ın müritleri İsmail ve kardeşi İbrahim’i
Gilan hâkimi Hasan Han’ın yanına götürdüler. Orada korunan İsmail, bir yandan
da Lala Hüseyin’in gözetiminde eğitim gördü. Akkoyunlu şehzadeleri arasındaki
iktidar mücadelesinde Rüstem Bey, Akkoyunlu Göde Ahmet tarafından öldürülünce
karşısında güçlü bir otoritenin kalmadığını anlayan İsmail, Akkoyunlu mirasını
devralmanın zamanının geldiğini düşünerek müritlerini etrafında toplayıp
Erdebil’e doğru harekete geçti. Bu arada Akkoyunlu şehzadeleri
arasındaki kavga iyice hızlandı. Elvend Bey devletin kuzey, Murad Bey ise güney
bölgesinde egemenliklerini sürdürmeye başladı. Ancak öncelikli olarak
atalarının intikamını almak üzere Ferruh Yesar’ı ortadan kaldıran İsmail, sonra
üstüne ordu gönderen Akkoyunlu Elvend’i yenerek Tebriz’i ele geçirdi ve taç
giyerek “şâh” unvanını aldı (1501) ve daha sonra da Ebu’l-Muzaffer Şah İsmail Bahadır Han adıyla
anıldı. Şah İsmail, siyasi kişiliğinin bütün
bileşenlerini içeren künyesini resmî yazışmalarında kullandı. Döneminin
sanatkârları da Şah İsmail adına ürettikleri eserlere bu künyeyi işlediler. Şah
İsmail, Akkoyunlu egemenliğine fiilen son verince ülkesinin sınırlarını
genişletmek, görüşlerini yayabileceği emniyetli bir ortam oluşturmak için
girişimlerde bulundu. Batısındaki Osmanlı Devletini ve doğusundaki Özbekleri
tehdit edecek konuma erişti. Özbeklerden Şeybani Han’ı mağlup ederek ortadan
kaldırdı!... Ancak, Osmanlı sultanı II.
Bayezid’le aralarında başlayan gerilim, maalesef kıran kırana savaşa dönüştü.
Bu savaş Türk tarihi için bir yüz karası idi. Zira iki Devletin başındaki
kişiler de, savaşan neferler de aynı milletin insanları, yani Türk idiler. İran Şahı İsmail ve Osmanlı Hakanı Yavuz
Sultan Selim savaşmak için, Erzincan yakınlarındaki Çaldıran ovasına gelirken,
zaferden son derece emin idiler. Özellikle Şah İsmail ordusuna öylesine
güveniyordu ki, savaşı kazandıktan sonra İstanbul’a gidecek, Yavuz’un tahtına
oturacak ve Osmanlı devletini kendisine bağlayacaktı. Bu yüzden Çaldıran’a
gelirken yanında bütün hazinelerini ve çok sevdiği hanımı Bihrûze Hatunu da
getirmişti. Fakat Yavuz’un iyi eğitilmiş ordusu, ustaca manevralarla İran
ordusunu kısa sürede bozguna uğrattı. Şah İsmail, kendisini feda eden seyisi
sayesinde canını zor kurtardı ve yanındaki birkaç kişiyle Kafkasya taraflarına
kaçabildi. Ne yazık ki, bütün hazinesi ile birlikte, hanımı da Yavuz’un eline
geçti. Taçlı Hanım diye bilinen Bihrûze Hatun, o devrin en güzel kadını olarak
dillere destandı. Yavuz, onu esir alınca, fevkalade güzelliğine rağmen hiç
iltifat etmedi ve hemen İstanbul’a gönderdi. Daha sonra, yakın adamlarından
Tâcîzâde Cafer Çelebiyi, Taclı Hanım Bihrûze Hatun ile evlendirdi. Taçlı Hanım’ın olağanüstü güzelliğine
rağmen, Cafer Çelebi de, çiçek bozuğu yüzü ve çarpık bedeni ile çirkin bir
adamdı. Yavuz bu evliliği, Şahı daha çok tahkir etmek için mi planlamıştı?.... Bihrûze
Hatun ile evlendikten çok kısa bir müddet sonra Cafer Çelebi öldü. Yavuz bu
hanıma dayalı döşeli bir ev, hizmetçiler, araba ve beş bin altın bağışladı.
Ayrıca geçimine yetecek kadar da maaş bağlattı. Ne var ki, bir Türk Hakanının,
başka bir Türk Hakanına karşı gerçekleştirdiği bu olayları şahsen hiç tasvip
etmiyor, hatta kınıyorum… *** 23 Ağustos 1514 tarihindeki bu tarihi
Çaldıran Savaşında mağlup olan Şah İsmail’in yenilmezlik imajı sarsıldı.
Yenilginin yarattığı ruhsal çöküntü yetmezmiş gibi Osmanlılar tarafından esir
alınan eşi Bihruze Hanım üzerinden sürdürülen itibarsızlaştırma siyasetinden de
bunaldı. Bir yandan Çaldıran yenilgisinin ardından ortaya çıkan karışıklıkları
sert tedbirlerle bastırırken diğer yandan da Batılı devletler nezdinde
Osmanlılara karşı ittifak arayışlarına girişti. Bu girişimlerinden sonuç
alamadan, 23 Mayıs 1524 tarihinde Tebriz’de vefat etti. Şah İsmail’den sonra en büyük oğlu
Tahmasb, Safevi tahtına oturdu. Tahmasb on yaşındaydı. Diğer erkek kardeşleri;
Elkas Mirza, Sam Mirza ve Behram Mirza
ise ondan iki, üç yaş daha küçüktü… Tahmasb’a karşı kardeşi Elkas
iktidar mücadelesine girişti. Başarılı olamayınca tıpkı Kanuni Süleyman’ın
şehzadesi Bayezid’in Safevi sarayına sığınması gibi Elkas Mirza da Osmanlı
sarayına sığındı. Şehzadeler arası mücadeleden Tahmasb başarıyla çıktı ve kırk
iki yıl Safevi Devletini yönetti… Tahmasb’ın şahlık dönemi (1524-1576)
ile Kanuni’nin uzun süren saltanat yılları (1520-1566) ile aşağı yukarı
örtüşür. Dolayısıyla Osmanlı-Safevi ilişkilerinin bu iki hükümdarın siyasi ve
kültürel rekabetleri çerçevesinde biçimlendiği söylenebilir. Siyasi
mücadelelerine rağmen Osmanlı muhitlerinden Safevi başkenti olan Tebriz, Kazvin
ve Isfahan’a; bu şehirlerden de İstanbul’a çeşitli nedenlerle göç eden
sanatkârlar marifetiyle edebî ve kültürel açıdan şaşırtıcı düzeyde etkileşim
oldu. Bilhassa
iktidar mücadelesini kaybeden şehzadelerin muhitlerindeki sanatkârlarla
birlikte rakip devletin himayesine girmesi ve elçiler aracılığıyla takdim
edilen kıymetli eşyalar arasında yer alan sanat eserlerinin yeni muhitin
nakkaşları ve hattatları nezdinde itibar görmesiyle tür ve üslup aktarımı
gerçekleşti Şah İsmail ve şehzadelerinin
himayesinde başta hat ve nakış olmak üzere güzel sanatlar altın çağını yaşadı.
Tebriz, Kazvin ve Isfahan gibi Safevi kentlerinin yanı sıra Şiraz ve Meşhed
gibi kültür merkezlerinde pek çoğu Herat ekolünde yetişmiş sanatkârlar, Safevi
şehzade ve bürokratlarının himayesinde en güzel eserlerini verdiler. Adeta
mitolojik bir şahsiyete dönüşen Behzad’ın yanı sıra Sultan Muhammed, Mir Ali,
Ağa Mirek gibi nakkaşlar; Şah Mahmud Nişapurî, Yarî-i Şirazî, Iyşî ve Mir İmad
gibi hattatlar; Habîbî, Kişverî, Surûrî ve Tufeylî gibi divan şairleri Şah
İsmail ve şehzadelerinin himayesinde sanat faaliyetlerini sürdürdüler. Şah İsmail, sanatkârlığı kadar
kültür ve sanat adamlarını himaye etmesiyle, de önemli bir kariyere sahiptir.
Osmanlı merkezî otoritesinin sarsıldığı devrelerde, Teke yöresinde baş gösteren
Şah Kulu ayaklanmasında olduğu gibi merkezî otoriteyi tanımayan kenardaki oymak
ve aşiretlerin Erdebil Tekkesini sığınılacak bir merci olarak gördükleri
bilinmektedir. Anadolu’dan bilhassa Akkoyunlu ve Safevi merkezlerine yönelen
Türkmenler, Şah İsmail döneminde Safevi
sarayında ilgi görmüşlerdir. Şah İsmail’in sayesinde Türkçenin edebî dil olarak
Safevi sarayında gördüğü itibar, şehzadeleri döneminde de korunmuştur. Hanedan
mensupları arasında da Hatâyî seviyesinde olmasa bile Türkçe şiir söyleme
geleneği devam etmiştir. Safevi şehzadelerinden İbrahim Mirza’nın divanında
“Türkiyyat” başlığı altında yer verilen Türkçe söylenmiş 24 şiir bunun en
önemli kanıtıdır. Fakat Safevi hanedanı içinde Türkçenin en güzel şiirlerini
söyleyen hiç şüphesiz Şah İsmail’dir. Şah İsmail’in en önemli eseri hiç
kuşkusuz divanıdır. Şimdiye kadar
Dîvân-ı Hatâyî’nin çoğu yurt dışında olmak üzere yirmi beş nüshası saptanmıştır.
Hatâyî Dîvanı, 16. ve 17. yüzyılda Şah Mahmud Nişapurî, Ali Meşhedî, Yârî,
Iyşî, İmad Hasenî ve Nureddin Isfahanî gibi ünlü kişiler tarafından kaleme
alınmıştır. Ayrıca çok sayıdaki mecmua
ve cönklerde yüzlerce Hatâyî mahlaslı şiir vardır. Şah İsmail’in şiirleri
Azerbaycan, İran ve Türkiye’deki araştırmacıların da dikkatini çekmiştir.1946
yılından itibaren Hatâyî Divânı; Sadeddin Nüzhet Ergun (1946), Hamid Araslı
(1946), Turhan Gencevi (1959), Azizağa Memmedov (1966), Eliyar Seferli-Halil
Yusufov (1988), Nejat Birdoğan (1991), İbrahim Arslanoğlu (1992), Mir Salih
Hüseyni (2002), Mirza Resul İsmailzade (2002), Babek Cavanşir- Ekber N. Necef
(2006), Şah Hüseyin Şahin (2011) ve Adil Ali Atalay (2019) tarafından
yayımlanmıştır. 2017 yılında da Hatâyî Dîvânı’nın tenkitli neşri Muhsin Macit
tarafından yapılmıştır. Şah İsmail’in önemli bir eseri de
Nasihatnamedir. Hatâyî’nin dinî görüşlerini anlattığı öğüt nitelikli 184
beyitten oluşan bu mesnevi ile ilgili değerlendirmeler de okunmalıdır. Şah
İsmail’in şairliği, “şeyh” ve “şah” sıfatlarının gölgesinde kalmıştır. Hem kendi muhitinde hem de Osmanlı kültür
çevrelerinde eser veren tezkire yazarları Şah İsmail’in şairliği üzerinde
yeterince durmamışlardır. Alevi-Bektaşi muhitlerinde ve musiki meclislerinde
dolaşıma giren Hatâyî mahlaslı güfteler, hiçbir ayıklamaya tabi tutulmadan ona
mal edilen şiirler çerçevesinde biçimlenmiştir. Özellikle Anadolu Aleviliği
içinde biçimlenen Şah Hatâyî imgesi, sözün ve müziğin eşlik ettiği ritüellerle
süreklilik kazanmış, Sadeddin Nüzhet Ergun’un İstanbul kütüphanelerinde bulunan
mecmualara dayalı olarak hazırladığı, 1946 ve 1956 yıllarında iki kez basılan
Hatâyî Dîvânı bu algıyı yaygınlaştırmıştır. |
Yorumlar |
Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın |
Yazarın diğer yazıları |
DÜNYA’DAKİ ATATÜRK ANITLARI - 27/12/2024 |
DÜNYA’DAKİ ATATÜRK ANITLARI |
KÜÇÜK TÜRKMENİSTAN KURTARILDI - 13/12/2024 |
KÜÇÜK TÜRKMENİSTAN KURTARILDI |
Mevlâna’yı Anma Haftasında MEVLÂNA VE SULTAN DİVANİ’Yİ ANMA - 10/12/2024 |
Mevlâna’yı Anma Haftasında MEVLÂNA VE SULTAN DİVANİ’Yİ ANMA |
ÖLÜMÜNÜN 550.YILINDA TÜRK BİLGİN ALİ KUŞÇU’YU ANARKEN - 06/12/2024 |
ÖLÜMÜNÜN 550.YILINDA TÜRK BİLGİN ALİ KUŞÇU’YU ANARKEN |
KARAMANLI TÜRKLERİ - 29/11/2024 |
KARAMANLI TÜRKLERİ |
G 20 - 26/11/2024 |
G 20 |
İSLÂM İŞBİRLİĞİ TEŞKİLATI (İİT) - 22/11/2024 |
İSLÂM İŞBİRLİĞİ TEŞKİLATI (İİT) |
TÜRK DEVLETLER TEŞKİLATI - 19/11/2024 |
TÜRK DEVLETLER TEŞKİLATI |
TÜRKİSTAN SALT KAZAKİSTAN’DA BİR KENT DEĞİL BÜYÜK BİR COĞRAFYADIR - 15/11/2024 |
TÜRKİSTAN SALT KAZAKİSTAN’DA BİR KENT DEĞİL BÜYÜK BİR COĞRAFYADIR |
Devamı |