![]()
İrfan Ünver NASRATTİNOĞLU
nasrattioglu@hotmail.com
TATARİSTAN CUMHURİYETİ
11/02/2025 SSCB Devleti Orta Asya ve
Balkanlar’da bulunan Türk Yurtlarını işgal etmiş ve bu yurtlarda yaşayan
soydaşlarımızı egemenliği altına almıştı!...Bunlardan Azerbaycan, Özbekistan,
Türkmenistan, Kazakistan ve Kırgızistan bağımsız Devletler olarak Dünya
coğrafyasında yerlerini almışlardır ama, Kremlin’in özerklik statüsü verdiği
Tataristan, Başkurdistan, Çuvaşistan, Tuva, Hakasya, Yakutistan (Saka Yeri) ve
Altay Cumhuriyetleri, bağımsız değildirler. Bugünkü Rusya Federasyonu
coğrafyasında yer alan bu Türk Cumhuriyetlerinin yanısıra Dağıstan,
Kabardin-Balkar” ve Karaçay-Çerkez Özerk Cumhuriyetleri’nde de bir hayli
soydaşlarımız yaşamaktadır. SSCB’ne
defalarca seyahatlerde bulundum. Bu seyahatlerimin birisi, özellikle Tataristan
Cumhuriyeti’ne idi. Bu o seyahat notlarımdan bir özet sunmadan önce, kısaca bu
Cumhuriyet hakkında kısa bir bilgi vermek isterim… *** Tataristan Özerk Cumhuriyeti,
Avrupa’nın doğu kesiminde, İdil (Volga) ve Kama nehirlerinin birleştiği
yerdedir. Batısında Çuvaşistan, doğusunda Başkurdistan Türk cumhuriyetleriyle
komşu olan ülkenin kuzeybatısında Mari Cumhuriyeti, kuzeyinde Kirov bölgesi,
kuzeydoğusunda Udmurt Cumhuriyeti, güneydoğusunda Orenburg bölgesi, güneyinde
Samara (Kuybişev) ve Simbir (Ulyanovsk) bölgeleri bulunmaktadır. Yüzölçümü
87.836 km2, nüfusu 4 Milyon civarındadır. Ülkenin Başkenti Kazan olup, nüfusun
1,5 milyonuna yakın bölümü burada yaşamaktadırn. Genelde
alçak ve engebeli bir ovayla kaplı olan Tataristan’da sade görünüşlü yüzey
şekilleri egemendir. Ülke topraklarının deniz seviyesinden en yüksek noktası
Bögilme-Belebey platosundadır. Toprakların büyük bölümünü İdil Nehri kollarından
Kama nehri sular. İdil üzerinde kurulmuş olan Kuybişev Barajı’nın gölü önemli
bir kısım araziyi işgal etmiştir. Bölgede kara iklimi hâkimdir. Kışlar uzun ve
sert, yazlar serin geçer. Yıllık yağış miktarı ortalama 400-500 mm. kadardır.
Yağış en çok yaz aylarında görülür. Tataristan’ın büyük bölümü kara toprakla,
yaklaşık % 16’sı da ormanlarla kaplıdır. Doğal bitki örtüsü bozkırdır; İdil
kıyısındaki taşkın ovalarında çayırlar yer alır. Ülkede Tatarlar’a Kazan veya
İdil Tatarları ismi verilir. Kazan Tatarları’nın toplam sayısı yaklaşık 9
milyon olup bunun üçte bir kadarı Tataristan’da yaşamaktadır. Nüfusun %
52,9’unu Tatarlar, % 39,5’ini Ruslar, % 3,4’ünü Çuvaşlar, kalanını farklı etnik
kökenli insanlar oluşturmaktadır. Halkın % 74’ü şehir ve kasabalarda, % 26’sı
kırsal alanlarda oturmaktadır. Tataristan küçüklüğüne rağmen gerek
endüstrisi gerekse tarımıyla Rusya ekonomisinde önemli bir yere sahiptir ve
federasyonun en zengin ülkelerinden biri sayılmaktadır. Diğerleri gibi bu
ülkenin de yer altı ve yer üstü zenginlikleri Moskova projeleriyle yatırımlara
tahsis edilmekte, bu sebeple halka gayri sâfi millî hâsıladan çok az pay
kalmaktadır. Tataristan topraklarının büyük bir bölümü tarıma elverişlidir.
Yetiştirilen başlıca ürünler çavdar, buğday, mısır, keten, patates ve şeker
pancarıdır. Ayrıca sebze ve meyve üretimi de gelişmiştir. Hayvancılık ve buna
bağlı olarak mandıracılık önemli bir uğraşı alanıdır. En büyük yer altı
zenginliği petrol ve doğal gazdır; yılda ortalama 100 milyon ton petrol
çıkarılmaktadır. Petrol ve doğal gaz boru hatlarıyla Kazan, Gorki, Ufa, Perm,
Saratov ve Sverdlovsk’a taşınır. Kuybişev Barajı’ndan elektrik enerjisi elde
edilir. Ülkede endüstrinin en önemli kolları petrol, doğal gaz, kimya,
petro-kimya, makine, elektronik, kereste ve gıda endüstrileridir. En önemli
tesisler Kazan ve çevresi ile Kama ırmağı boyunda (özellikle otomotiv)
toplanmıştır. Ulaşımda daha çok nehirlerden faydalanılır. Moskova ve İdil
havzasının diğer şehirlerine ırmak limanlarıyla düzenli yolcu taşımacılığı yapılır.
Ülkenin kuzeybatı ve güneydoğu uçlarından Moskova ve Urallar’a uzanan iki ana
hat geçer. Birçok merkez arasında karayolu bağlantısı vardır. Kazan’da büyük
bir havaalanı bulunmaktadır. *** Tataristan Seyahatim Eski Bir Türk Yurdu Kazan Üniversitesi’nin
düzenlediği Türkoloji Konferansına katılmak üzerine 06 Haziran 1992 Tarihinde,
Bakü’den, yaklaşık 3 Saatlik uçuştan sonra Tataristan’ın başkenti Kazan’a
ulaşmıştım. Ferit Abdulin adlı bir görevli alanda karşılayıp, Tataristan
Oteli’ne götürmüştü ve 1317 No.lu odaya yerleşmiştim. Tataristan Oteli’nde
restore çalışmaları vardı. Odalara TV ve buzdolabı koyuyorlardı. Hatta
telefonları ve tüm mefruşatı bile değiştiriyorlardı. Ertesi sabah erken saatlerde kapıma
vurarak beni uyandırmışlardı. Gelenlerden birisi konuklarla ilgili bir
görevliydi; öteki ise İsrailli bir Yahudi! Yahudi’yi benim kaldığım odaya
veriyorlardı, ama benim şiddetle itirazım üzerine başka bir yere götürmüşler ve
yanıma da kimseyi vermemişlerdi. Tataristan kısa bir süre önce bağımsızlık ilân
etmiş; hatta burada yaşayan Ruslar dahi, bağımsızlık lehine oy kullanmışlardı.
Ama Rusya karşı çıkınca, tanıyan başka bir ülke de çıkmamıştı!... Kazan’a sağanak yağmur yağmış,
havanın nemi de artmıştı. Odamın penceresinden baktığımda, adeta eski bir
Anadolu kasabasını seyreder gibiydim. Kentin ortasından akıp giden ve İdil
(Volga) ’in bir kolu olan Kazan Nehri, başkenti ikiye bölüyordu. Kazan, eski
Kazan’ın dışında gelişiyordu. Kazan, eski bir Türk kültür
merkeziydi. Gördüğüm ilk manzaraya göre, herkes birbiriyle Rusça konuşuyordu.
Türkoloji ile ilgilenenler dışında, bize sempatiyle bakan da yok gibiydi!...
Otelin tam karşısındaki “Nevruz” adlı restoran, Kazan’da gördüğüm ilk Türk izi
idi. Ferit Abdulin’in verdiği bilgiye göre Tataristan’ın nüfusu 3.6 Milyondu ve
nüfusun yarısı Tatar’dı. Kazan’da yaşayan insanların ise yarıdan fazlası
Rus’tu. Tatarlar daha çok köylerde ve kırsal kesimde yaşıyorlardı. Tatarlar’ın
ne Türkiye, ne Azerbaycan ve Türk Dünyası hakkında pek bilgileri yoktu.
Yaptığım görüşmelerde, Azerbaycan-Ermenistan meselesi hakkında bilgilerinin
olmadığını görmüş ve üzülmüştüm. İçlerinden birinin, “Karabağ Ermeniler’e
verilmelidir” demesi üzerine biraz da sinirlenerek, sitemkâr sözler
söylemiştim. Bunun üzerine Ferit Hakimcanov adlı bilim adamı; “bu konularda
gerçekten bilgimiz yok…” demişti. Ayakta kalan 6-7 Camiden, sadece 3
Tanesi ibadete açıktı, ama pek cemaat yoktu. Eski Kazan’daki camide,
Türkiye’den gelen iki gencin, din dersleri verdiklerini görerek memnun
olmuştum. Kirov Caddesindeki “Pişen Bazarı Mescidi”ni de görmek istemiştim ama,
kapalı olması nedeniyle sadece dışarıdan görebilme olanağını bulmuştum. Bu mahallede, Abdullah Tukay adlı
ünlü Tatar şairin doğmuş ve yaşamış olduğunu öğrenmiştim. Eskiden Pazar kurulan
yerde de artık büyük bir devlet binası vardı. Başka bir gün Merceni Camiine
gidip, birkaç Tatar ve imam Abdülhak ile sohbet etmiştim. Bunlardan Mirkadıyan
Mahmudov, köyde yaşıyordu ve savaş kahramanıydı. Merceni Camii Nasıri Sokağında
bulunuyordu. 1825-
1902 Yıllarında yaşamış olan Kayum Nasıri adlı pedagog ve yazar, bu sokaktaki
bir evde yaşamış ve bu nedenle sokağa onun adını vermişlerdi. Camiye adını
veren tarihçi ve filozof Şehabettin Merceni de aynı sokakta, 1858-1889 Yılları
arasında, caminin yanındaki evde yaşamıştı. Kültür
Evi’nde sürekli etkinlikler yapılıyordu. Bir ara, “Hoca Nastradin” adlı eseri
seyretmek için tiyatrodan bilet almak istediğimde, gişe memuresi “yok” demiş,
ama karaborsada, her zaman biletin satıldığını öğrenmiştim. Kazan’da bir restore seferberliği
vardı. Tüm binalar badanalanıyor, boyanıyordu. Mevcut otellerin hepsinde de
esaslı onarımlar görülüyordu. Benim
de katılacağım bilimsel kongreden sonra, 18-21 Haziran 1992 Tarihlerinde
yapılacak olan “Dünya Tatarları Kongresi”ne, İstanbul’da faaliyette olan
“Tümata” müzik topluluğunun da davet edildiğini öğrenmiştim. Kazan’da davet edildiğim ilk ev,
değerli bir bilim adamı olan Lenar Cemalettin’indi. Lenar, halkbilim uzmanıydı.
Akademide bu konuyla ilgili birkaç kişi daha vardı. Lenar Tatar halk kültürü
ile ilgili çok sayıda makale ve kitaplar yayımlamıştı. Bir vesileyle bizim
Metin Ergün’le tanışmıştı. Söylediğine göre evine konuk olan ilk Türk bendim.
Eşi İlgize hanım devlet hizmetinden emekliye ayrılmıştı. Onuncu sınıfta okuyan
İlgiz adlı bir oğulları vardı. 1935 Doğumlu olan Lenar, Kazan’da olduğum süre
içerisinde benimle en candan ilgilenen kişi olmuştu. İştirak edeceğim uluslar arası
konferansın genel sekreteri olan Prof.Dr.Ferit Hakimcanov da Lenar’ın kapı
komşusuydu. (Prof.Hakimcanov bizim Afyonkarahisar Kocatepe Üniversitesi’nde
birkaç yıl, misafir öğretim üyesi olarak görev yapmıştı). Uluslararası Türkoloji konferansı
için Kazan’a, çoğu Türk yurtlarından olmak üzere, dünyanın çeşitli
ülkelerinden, çok sayıda bilim adamı ve uzman gelmişti. Türkiye’den 60 Kişi
bekliyorlardı ama, gelenlerin sayısı 10’u geçmezdi. Eski Sovyetler Birliği
coğrafyasından gelenler, “Yaşlar Mihmanhanası” (Gençlik Misafirhanesi)’nda
kalıyorlar; batıdan (Türkiye de bu sınıfa dahildi) gelenler ise kent merkezindeki
Tataristan Oteli’nde konaklıyorlardı. Batılı katılımcılar, otel ve yemekler
için katılım ücreti olarak 200 Dolar ödemişlerdi. Konferans 10 Haziran’da
yapılan açılış oturumundan sonra çeşitli seksiyonlarda devam etmişti. Programda
beni “Dil Seksiyonuna” koymuşlardı ama; Lehar ve Ferit “olmaz, sen
folklorcusun” deyip, “Folklor Seksiyonuna” götürmüşlerdi. Bildiriler Rusça
okunuyordu. Zira eski SSCB’de ortak dil Rusça’ydı ve batıdan gelen
katılımcıların dışında, herkes Rusça biliyordu. O akşam Yaşlar Mihmanhanasının
geniş salonunda kokteyl vardı. Yiyip içenler kafayı bulunca dansa kalkmışlar ve
geç saatlere kadar tepinmişlerdi. Kuşkusuz, Türkoloji Konferansı hem
Tataristan, hem de Türk Dünyası için son derece önemli bir etkinlikti. Fakat
sadece akademisyenler, konunun farkındaydılar ve önemini biliyorlardı. Ama ne
devlet ve ne de halk ilgi göstermiyordu ve belki de haberleri bile yoktu?... Ertesi akşam, seksiyon
çalışmalarından sonra Mirseet Sultangaliyev’in doğumunun 100.Yıldönümü
münasebetiyle Tatar devlet Akademi Tiyatrosunda bir tören düzenlenmişti. Sultan
Galiyev’in çeşitli yönlerinin anlatıldığı konuşmalardan sonra bir de bale
gösterisi yapılmıştı. Tarih,
11 Haziran 1992…Kurban Bayramının birinci günü. 70 yıl aradan sonra Kazan
Tatarları ilk kez Kurban Bayramı’nı kutluyorlardı. İki gündür, televizyonlarda
da bu bayram ile ilgili yayınlar yapılıyordu. Bu sabah da Kazan televizyonu,
Kazan’daki bir camiden, bayram namazını naklen yayımlamıştı. Ayrıca bayram
süresince, resmi tatil ilan edilmişti. Konuştuğum şuurlu bir Tatar genci bana
şöyle demişti: “İslâma dönmeliyiz; aksi halde Ruslaşırız!...” Türkoloji
Konferansı üyelerini kaldıkları otellerden toplayıp, İdil Nehri’nin, Kazan
iskelesinde bekleyen iki deniz otobüsüne bindirmişlerdi. Volga adıyla da anılan
bu nehir üzerinden deniz araçlarıyla, Karadeniz’e kadar gidebilmek mümkündü.
Ceyhun ve Seyhun gibi, İdil de Türk tarihi için önemli bir su idi. Rahat bir
yolculuktan sonra, tarihteki büyük Bulgar Devleti’nin kurulduğu yere ulaşıp,
deniz otobüsünden inip karaya çıkmıştık. Burada bizi ulusal giysiler içindeki
kızlar karşılamışlardı. Bu mekânda yaşayan Bulgarlar Türk kökenliydi. Sonradan
bugünkü Bulgaristan topraklarına göç edip, oradaki Slavlarla karışarak,
Bulgaristan’ı kurmuşlardı. Ne var ki onların boşalttıkları topraklara Ruslar
yerleşmişlerdi ve şimdi de Ruslar yaşıyorlardı. Vaktiyle bu topraklardaki
İslâmiyetin varlığı, yıkılmış da olsa, cami, minare ve kümbet kalıntılarıyla
kanıtlanıyordu. Bir de arkeoloji müzesine dönüştürülen kilise görülüyordu. Bu kilisenin
temel taşları arasında, Müslüman mezar taşları vardı!... Burada ufak tefek
kazılarla yenilmeyip, esaslı kazılar yapılırsa, kuşkusuz, eski Bulgar Türk
Devleti, bütün haşmetiyle ortaya çıkmış olacaktır. Bir Kırgızistan seyahatimde, Ravil
Feyzulin adlı bir tatar şairle tanışmış ve bir süre mektuplaşmıştım. Ne yazık
ki ben Tataristan’da iken, Ravil de Bursa ve Konya’da düzenlenen şiir
şölenlerine katılmak üzere Türkiye’ye gitmişti. Kazan’da bir ara, bir genç
yanıma gelerek, beni sormuş; aradığının ben olduğumu söyleyince, Ravil
Feyzulin’in oğlu olduğunu öğrenmiştim. Sonra bir gün Ravil’in eşi Elizabeta
Mihaylovna Zagidullina aramış ve buluşup, çevre gezisi yapmaya karar vermiştik.
Öncelikle de doğuduğu köye gidecektik. Bir sabah kardeşinin kullandığı otomobille
gelmiş ve yola çıkmıştık ki, eski askeri jeeplere benzeren araba arızalanmıştı!
Sonra bir araç geldi ama, ne yazık ki o da arızalanmış, ama genç şoför biraz
uğraştıktan sonra arabasını yürüyecek hale getirmişti!... Taka araba çok
sarsmıştı ama, yemyeşil bitki örtüsü ve ormanlar arasından geçerken, gözlerim
adeta bayram etmişti. Nihayet Urazlı
Avulu’na ulaşıp, bir eve konuk olmuştuk. Kazan Tatarları, köye, avul
diyorlardı. Bu avulda bir gerçeği saptamıştım ki; eğer İslâma dönüş olmasaydı,
Kazan Tatarları, tamamen Ruslaşır ve Ortodoks dinini de kabul ederlerdi. Zira,
kısaca Liya dedikleri Elizabeta’nın anası da babası daTatar’dı. Onun gibi,
Urazlı köyündeki insanların bir çoğu da, Rus adları almışlardı ve ne yazık ki
kendi aralarında Rusça konuşuyorlardı. Oysa köydeki yaşlı Feride Hanımla,
Türkçe konuşarak çok iyi anlaşmıştım. Ne yazık ki, köyün mezarlığını, ayrık
otları sarmıştı! Bundan da anlaşılıyordu ki, ölülerine gereken saygıyı
göstermiyorlardı. Aynı ilgisizliği maalesef, Romanya’nın Dobruca bölgesinde
yaşayan Kırım Tatarlarının mezarlarında da görmüştüm!...Mezarlığı gezerken
olumlu şey de görmüştüm. Örneğin tüm mezarların üzerinde taş vardı ve ölen
kişinin adının üzerinde de “ay” görülüyordu…Bunun yanı sıra, yüreğimi
parçalayan bir başka şey de görmüştüm. 20 yaşında bir delikanlının mezarını
gördüğümde sormuş ve öğrenmiştim ki; bu genç SSCB ordusu ile birlikte
Afganistan’a gittiğinde, oradaki mücahitler tarafından vurulup öldürülmüştü.
Peki bu genç şehit miydi? Kuşkusuz onu vuran Afgan, Müslümandı. Tabii genç de
Müslümandı ve işte kaderin cilvesiyle bir Müslüman kurşunuyla, pisi pisine
hayatını kaybetmişti!... Urazlı’da 70 yıl önce bir mescit
varmış, ama komünistler minareyi yıkıp, mescidi de klüp yapmışlar! Bir zamanlar
ibadet edilen yerde, artık yiyip içiyorlar, eğleniyorlardı!... Yeni gelişmeler
muvacehesinde mescidi ihya edeceklermiş ama, bunun için gerekli finansmanı
sağlamaları mümkün değilmiş. Elizabeta, çok güzel bir kadındı. Televizyonda
haberler sunuyor; programlar yönetiyordu. Ravil ise, şairliğinin yanı sıra,
Rusça yayımlanan bir derginin de genel yayın yönetmeni idi. Oğul Almas,
anladığım kadarı ile Ravil’in ilk eşinden olan çocuğu idi ve üniversitede
okuyordu. Türkoloji konferansına 350 kişi iştirak etmiş ve 160 bildiri
sunulmuştu. Sempozyumun başında bulunan Prof.Dr.Mirkasım Usmanov, herkesi
memnun edebilmek için büyük bir gayret göstermişti. Hatta bir ara evine de
davet etmişti ama, başka bir program nedeniyle bu davete icabet edememiştim.
Delegelerin önemli bir kısmı, Türkçe konuşan topluluklardan gelen delegelerdi.
Böyle bir buluşmanın son derece yararı olmuştu. Örneğin ben, sonraki yıllarda
da karşılıklı işbirliği içinde olduğum birçok dost edinmiştim. 13 Haziran 1992
Sabahı, tüm delegeler adeta çil yavrusu gibi dağılıp, çeşitli istikametlere
gitmişlerdi. Ben Bakü’den geldim ve yine Bakü’ye dönecektim. Beni Bakü’ye
ulaştıracak Tupolev’e Azerbaycanlı bilim adamı Vagif Aslanov ve Hollanda’dan
gelip, Ebulfez Elçibey yönetimindeki Halk Cephesi’ne bir miktar para getiren
Mehmet Tütüncü ile birlikte oturmuştuk ve uçağımız, 07.40’da Kazan’dan
havalanmıştı… |
Yorumlar |
Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın |
Yazarın diğer yazıları |
ÇAĞDAŞ GAGAUZ EDEBİYATININ ÖNCÜLERİNDEN NİKOLAY BABAOĞLU - 18/03/2025 |
ÇAĞDAŞ GAGAUZ EDEBİYATININ ÖNCÜLERİNDEN NİKOLAY BABAOĞLU |
Türk Devletleri Teşkilatının Turizm Başkenti CELALABAD - 14/03/2025 |
Türk Devletleri Teşkilatının Turizm Başkenti CELALABAD |
BALKANOLOG – TÜRKOLOG PROF.DR. YUSUF HAMZAOĞLU (80.YAŞINI KUTLARKEN) - 11/03/2025 |
BALKANOLOG – TÜRKOLOG PROF.DR. YUSUF HAMZAOĞLU (80.YAŞINI KUTLARKEN) |
ESKİ RAMAZAN’LARI ANIMSARKEN… - 07/03/2025 |
ESKİ RAMAZAN’LARI ANIMSARKEN… |
RAMAZAN FIKRALARI - 04/03/2025 |
RAMAZAN FIKRALARI |
KARADENİZ EKONOMİK İŞBİRLİĞİ ÖRGÜTÜ K.E.İ. - 25/02/2025 |
KARADENİZ EKONOMİK İŞBİRLİĞİ ÖRGÜTÜ K.E.İ. |
BÜYÜK BİR KAHRAMANI ANARKEN ALİ ÇETİNKAYA - 21/02/2025 |
BÜYÜK BİR KAHRAMANI ANARKEN ALİ ÇETİNKAYA |
TÜRK DÜNYASININ MANEVİ BAŞKENTİ TÜRKİSTAN - 18/02/2025 |
TÜRK DÜNYASININ MANEVİ BAŞKENTİ TÜRKİSTAN |
DOĞUMUNUN 175. YILDÖNÜMÜNDE Osmanlı Tarihi Hakkında Destan Yazan Moldovalı MİHAİ EMİNESCU - 14/02/2025 |
DOĞUMUNUN 175. YILDÖNÜMÜNDE Osmanlı Tarihi Hakkında Destan Yazan Moldovalı MİHAİ EMİNESCU |
![]() |