Referandumla ilgili kanaatimi bir önceki yazıda paylaşmıştım. Bazı açılardan eksiklikleri ya da atılması gereken adımlar bulunmakla birlikte, milletimizin uzun vadede hayrına olacak bu değişikliğinin kabulünden yana oy kullanacağımı ilan ettim. 

Geçtiğimiz günlerde Almanya ve Hollanda'nın Bakanlarımıza yönelik küstah ve haddini bilmez tavırlarıyla ortalama her Türk vatandaşı gibi ben de çileden çıktım. Her zaman demokrasi, özgürlük, fikir ve ifade hürriyetinden dem vuran muhterem (!) Avrupalılar aniden OHAL ilan edip vatandaşlarımıza atlı polisler ve köpekleriyle saldıracak noktaya geldiler. Hadsizliğin, terbiyesizliğin bini bir paraydı. Üstelik, bu muhterem zevat(!) kısa süre önce Referandumda tarafını (Hayır) belli etmiş olan, siyasi partiler(örneğin CHP ve HDP), Sivil Toplam Kuruluşları (mebzul miktarda) ve terör örgütleri unsurlarına (PKK, DHPC, FETÖ, ve çok sayıda üç-dört harfli vatan-millet düşmanına) kapılarını, salonlarını ve meydanlarını açmışlardı. “Hayır” diyenlere de izin vermeselerdi, kendi içinde bir tutarlılık var diyecektim. Oysa, bahse konu tarafa her türlü imkan sağlanırken atılan bu tür adımlar ve gösterilen tavır açıkça taraf olunduğunu bas bas bağırıyordu.

Bir taraftan da neredeyse önde gelen tüm basın yayın organları ve internet medyası, alenî bir şekilde, bizim iç işimiz olan Anayasa değişikliği konusunda “hayır” cephesinde yer aldılar, taraf tuttular. Çarşaf çarşaf milletimizi aşağılayan yayınlar yaptılar. Yetmedi, toplantı alanına değil, uluslararası hukukta Türk toprağı kabul edilen, Türkiye Cumhuriyeti Başkonsolosluğuna girmesine izin vermediler, yetmedi sınır dışı (deport) ettiler.

Yine evrensel hukuk kurallarına göre, her milletin Cumhurbaşkanı, Başbakan, Hükümet ve Meclis üyeleri diplomatik dokunulmazlık taşımaktayken, tüm kuralların çiğnenmesine dünya şahit oldu. Savaş şartlarında bile tanınan dokunulmazlıklar, yok sayıldı.

Bakan hanımefendi orada ne için ve hangi amaç için bulunursa bulunsun, görevli ya da değil, iş için ya da görev için veya gezmek için de bulunsa, diplomatik dokunulmazlığa sahiptir, hiçbir şekilde, hiçbir devlet ya da hükümet, asker, polis veya sivil tarafından böyle bir muameleye tabi tutulamaz. Kendisine yapılmış olan her türlü aksine tavır ve davranış, Devlet ve milletimize yapılmış olur ve kat'iyen kabul edilemez.

Siyasi partilerimizin ekseriyetle bu “yerli ve milli” duruşa sahip olduğunu söylemek mümkün olmakla birlikte, kısa sürede görülen “U” dönüşlerini hep birlikte ibretle izledik. 

Gazeteci Abdulkadir Selvi'nin tabiriyle, maalesef “İçimizdeki Hollanda'lılar”, yukarıda saydığım tüm hususları dikkate alıp Hollanda'nın bu çirkin tavrını protesto edip milli bir duruş göstermeleri gerekirken adeta Hollanda avukatlığı yaptıklarını gördük. 

SONUÇ

Milletimizin bir ferdi ve Hükümet üyesi bir hanımefendiye gösterilen tavır asla kabul edilemez. Bu konu yerel tüm siyasi mülahazaların üzerinde, milli bir meseledir. Anayasa değişikliği bizim iç işimizdir, millet neye karar verirse o olacaktır. Açıktan hayır tavrı gösterdikleri gibi, hayır görüşünde olanlara her türlü imkânı sağlayanların yüzlerindeki demokrasi, özgürlük vs. maskesi düşmüştür. Bu işin güzel tarafı, milletimizin ekseriyetinin değişikliğe karşı çıkanların içinde kimlerin olduğunu net ve açık bir şekilde göreceği, karar vermekte tereddüt yaşamayacağı ve Anayasa değişiklik teklifine “Evet” diyeceğidir.